Mahmurlaşmış gözlerimi itfaiyenin yangın sirenleriyle açma düşüncesine sahibim bugünlerde. Ağustos böceklerinin mevsiminde hep bu denemeyi yapmak istemişimdir. İnanılmaz bir sıcak ve saunanın içinden süreyi beklemeksizin çıkılamayan halini yaşıyoruz. Sanki üzerimde kalın bir battaniye sarılıymışta teste tabi tutulmuş kobaylar gibi geziyoruz ortalıkta mecburiyetten. Mecburiyetten diyorum çünkü biz insanoğlu; hayatı yaşanmaz hale getirmekte ne derece başarılı bir kariyer sahibi olduğumuzu bilmeyen yok tabiki. Hayatı karmaşıklaştırarak koşturmalara zemin hazırlayıp sonrasında bundan şikayet eden de tek varlık olduğumuzu inkar edemem. Nihayetinde güne göre değil de saate göre hareket ettiğimiz için hava şartlarına bakmaksızın yolumuza devam edebiliyoruz.
Deniz; konuşmamaya yemin etmiş sessiz bir mavi. Güneş göklerin hakimi edasıyla parlıyor ve önüne geçmeye tenezzül edecek, kirbit kutusu kadar bile bulut yok ortalıkta. Hafif esen rüzgar tüm nemi, tüm sıcaklığı yüzüme doğru çarpıyor fütursuzca. Denizin ortasında tek tük balıkçı
tekneleri görüyorum ahenkle sallanan. Minik dalgalar vehametin bariz izlerini taşıyor. İnsanlar sıcağa aldırmıyor gibi anlamış değilim açıkcası. Böylesine durgun
sıcaklarda insanın algıları düşer, umursamaz tavırlarına tavır eklenir, boşvermişlik damarları kabarır kesinlikle. Etkisiz ve tepkisiz zamanlar birbirini izler bir miktar serinliğe kucak açana kadar. O zamana kadar da insanın zihninde ki düşüncelerin garip bir sis bulutu
altındaymışcasına belirsizlik içinde oluşuna katlanmak gerekiyor. Yazmak değil, düşünmenin zorluğu altında eziliyoruz toparlamakta da güçlük çekiyoruz elbette :))
Uyanık.
Uyanık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder