Yazmanın inanılmaz huzurunu kavramış biri olarak tekrar bloğumla buluşmanın ve klavyemin tuşlarına dokunmanın verdiği hazzı tarif edemem elbette. Hele ki yazmaya bu denli ara verince birikiyor insanın kelime dağarcığında birşeyler... Korkum şu ki; yazmaya uzun zaman ara verince tarihde ki en acımasız katil olan zamanın, bende ki kelimelerden bir çoğunu söküp almış, içimden birşeyleri farkettirmeden çalmış olabileceğidir... Nelerin gittiğini hemen tesbit edebilmek malesef çok güç bir durum, bunu ancak herşeyi yok eden yine zaman gösterecek diye umut ediyorum.
Sonuçta herşeyin olması gerektiği gibi olduğunu ve tesadüf diye birşeyin olmadığını idrak eden benliğimde birçok şeyi beklemekle göreceğimizi gayet iyi biliyorum. O yüzdendir bazı şeyleri zamana bırakmanın bazen çaresizlikten, bazen mecburiyetten bazen de bilerek olduğunu...
Huzurluyum bu aralar hemde çok...
İnsan dimağının kesinlikle ruhla alakası bulunmakta ve ruhu hem iyi hem kötü yönde en çok etkileyen yine başka bir insan ruhu olduğunu tam kavramış bulunmaktayım. Yeni bir keşif yeni bir buluş değil bu elbet, ancak yoğunluğun kesinlikle hat safhada olduğu zamanlar bu aralar...
İçimde biriken yanık kokulu kelimelerin boğazımda ki kahveyle buluşmasının verdiği o tadın, okuyanda da aynı hissi bırakmasını umut ediyorum. Aynı hazzı aynı mutluluğu yaşayabilmeli, ruhun ruha, kalbin kalbe dokunduğunu hissedebilmeli...
Az önce kar yağdı. Onca soğuk günü geride bıraktığımız günlerden sonra kar yağdığını söyleyen " kalbim " den sonra çıkıp seyreyledim beyaz tanecikleri. Ne kadar kayıtsız, ne kadar rahat bir zaman dilimi... Soğuğa aldırmaksızın her tanede kurulan hayallerin birer kitap olabileceği anlardı.
İçime tarifsiz dolan yaşama sevincinin nedeni kar yağması değildi elbet, aklımdan geçen iyiye, güzele, huzura ait ne varsa kurduğum düşüncelerin sonucunda ruhuma sabitlenen mutluluğun eseriydi bu kar yağışı...
Dışardan bakınca deli diye tabir ettiğimiz insanların aslında iç dünyalarında neler yaşadıklarını bilemeyiz. Onları yargılarken de kendi durumumuz ve düşüncelerimizin tersliğine göre hüküm veririz. Oysa kim bilir o an nesnel olarak orada bulunsalarda iç dünyalarında bulutlar üzerinde özgürce süzülmediklerini...
Onları anlamak için onlar gibi olmak lazım sanırım, bütünüyle öyle olmak değil tabiki öyle düşünebilmek gerek... Bende şimdi kar yağışını seyrederken kendime hakim olamadığım, dışardan görenler tarafından garipsenecek bir gülüşü kısa bir an da olsa istemeden yaydım dudağımın kenarına. Engel olunamayan hoş bir durum açıkcası :))
Mutluyum bu aralar...
Sıcakla soğukla alakasız olan iç dünyamın ılıklığını hissediyorum tüm bedenimde. Nesnel ve bedensel zaafiyetlerin ( soğuktan üşümek ) beni düşüncelerimden alıkoymasına müsade etmeyecek kadar mutluyum. Aynı zamanda bir o kadar huzursuz, bir o kadar da korku içerisindeyim. Her an bir depremin iç dünyamı yıkıp yokedecek düşüncesiyle geçiyor saatlerim. Mutlu halimin son bulacağı sayılı saatlerin diziliminde sırasını bekleyen hasta tedirginliğiyle bekliyorum. İyiye, güzele çok alışık bırakmıyor hayat çünkü. İlla bi yerde bi çıban çıkıyor, illa bi yerde bir çomak sokan oluyor senin mutlu giden hayatının tekerine...
Beklemek, çaresizlik ve zaman üçlüsünün kumpasında yine de umutla ve mutlulukla geçiyor saatler. Geçebildiği ve gidebildiği kadar...
İyiyim ama yinede... Belki şimdi belki başka bir mevsimde yine yazmak istiyorum saatlerce...
Maviyi, saydamlığı, melodileri, zambak kokularını, parlayan güneşi, kuruyan yaprakları, yağmur damlalarını, yankıları, rüyaları, koşmaları, hayalleri, umutları...
Uyanık...
Sonuçta herşeyin olması gerektiği gibi olduğunu ve tesadüf diye birşeyin olmadığını idrak eden benliğimde birçok şeyi beklemekle göreceğimizi gayet iyi biliyorum. O yüzdendir bazı şeyleri zamana bırakmanın bazen çaresizlikten, bazen mecburiyetten bazen de bilerek olduğunu...
Huzurluyum bu aralar hemde çok...
İnsan dimağının kesinlikle ruhla alakası bulunmakta ve ruhu hem iyi hem kötü yönde en çok etkileyen yine başka bir insan ruhu olduğunu tam kavramış bulunmaktayım. Yeni bir keşif yeni bir buluş değil bu elbet, ancak yoğunluğun kesinlikle hat safhada olduğu zamanlar bu aralar...
İçimde biriken yanık kokulu kelimelerin boğazımda ki kahveyle buluşmasının verdiği o tadın, okuyanda da aynı hissi bırakmasını umut ediyorum. Aynı hazzı aynı mutluluğu yaşayabilmeli, ruhun ruha, kalbin kalbe dokunduğunu hissedebilmeli...
Az önce kar yağdı. Onca soğuk günü geride bıraktığımız günlerden sonra kar yağdığını söyleyen " kalbim " den sonra çıkıp seyreyledim beyaz tanecikleri. Ne kadar kayıtsız, ne kadar rahat bir zaman dilimi... Soğuğa aldırmaksızın her tanede kurulan hayallerin birer kitap olabileceği anlardı.
İçime tarifsiz dolan yaşama sevincinin nedeni kar yağması değildi elbet, aklımdan geçen iyiye, güzele, huzura ait ne varsa kurduğum düşüncelerin sonucunda ruhuma sabitlenen mutluluğun eseriydi bu kar yağışı...
Dışardan bakınca deli diye tabir ettiğimiz insanların aslında iç dünyalarında neler yaşadıklarını bilemeyiz. Onları yargılarken de kendi durumumuz ve düşüncelerimizin tersliğine göre hüküm veririz. Oysa kim bilir o an nesnel olarak orada bulunsalarda iç dünyalarında bulutlar üzerinde özgürce süzülmediklerini...
Onları anlamak için onlar gibi olmak lazım sanırım, bütünüyle öyle olmak değil tabiki öyle düşünebilmek gerek... Bende şimdi kar yağışını seyrederken kendime hakim olamadığım, dışardan görenler tarafından garipsenecek bir gülüşü kısa bir an da olsa istemeden yaydım dudağımın kenarına. Engel olunamayan hoş bir durum açıkcası :))
Mutluyum bu aralar...
Sıcakla soğukla alakasız olan iç dünyamın ılıklığını hissediyorum tüm bedenimde. Nesnel ve bedensel zaafiyetlerin ( soğuktan üşümek ) beni düşüncelerimden alıkoymasına müsade etmeyecek kadar mutluyum. Aynı zamanda bir o kadar huzursuz, bir o kadar da korku içerisindeyim. Her an bir depremin iç dünyamı yıkıp yokedecek düşüncesiyle geçiyor saatlerim. Mutlu halimin son bulacağı sayılı saatlerin diziliminde sırasını bekleyen hasta tedirginliğiyle bekliyorum. İyiye, güzele çok alışık bırakmıyor hayat çünkü. İlla bi yerde bi çıban çıkıyor, illa bi yerde bir çomak sokan oluyor senin mutlu giden hayatının tekerine...
Beklemek, çaresizlik ve zaman üçlüsünün kumpasında yine de umutla ve mutlulukla geçiyor saatler. Geçebildiği ve gidebildiği kadar...
İyiyim ama yinede... Belki şimdi belki başka bir mevsimde yine yazmak istiyorum saatlerce...
Maviyi, saydamlığı, melodileri, zambak kokularını, parlayan güneşi, kuruyan yaprakları, yağmur damlalarını, yankıları, rüyaları, koşmaları, hayalleri, umutları...
Uyanık...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder