08 Temmuz 2019
Gelincikler
Dallarında ihtişamla duran meyveler son zamanlarını yaşıyorlar olmuş halleriyle. Bir çoğu dallarını terketmiş sonsuzluğa uzanmışlar bile erken kalkar erken yol alır misali...
Gelinciklerin akınına uğramış dağ eteklerinde ki manzara görünmeye değer bir halde bu günlerde... Gükyüzünün maviliği ile yeşil çimenlerin arasında kırmızının en güzel tonunun sergilenmesiyle oluşan muazzam bir doğa harikasına hayran olmamak elde değil açıkcası. Bir de bunaltıcı sıcakların sarıp sarmaladığı çimenlere poyraz çıktı mı hafiften deme keyfine ovanın...
Tepeye uzanan patika yolun sonunda kim tarafından ne zaman dikildiği belli olmayan büyük çınar ağacının gölgesinde soluklanıyorum bir müddet. Ulu çınarın gövdesinde ki kurumuş kabuklar yılların izlerini taşıyor. Ne fırtınalar ne sıcak yaz günlerini atlatmış ama yıkılmadan ayakta kalıp mücade etmiş vakur hali var karşımda. Dile kolay zamanın geçmesi... Bazen dakikaların bile takılıp kaldığı anlar oluyorken yılların geçişini bir çırpıda söylemek kolay geliyor bizim için... Her yıl binlerce yeşil yaprağın tekrar tekrar filizlenmesi, kaçınılmaz döngünün nihayetinde sararıp sonbahar rüzgarlarıyla tekrar toprağa kavuşması ne büyük bir mucize değil mi ?
Alnında boncuk terler oluşmuş, saçlarının bir kısım kakülü alnına yapışmış küçük çocuk bana doğru koşuyordu. Dünyayı çevirircesine koşturduğu bu patika yolda elinde ki ipe sıkı sıkıya sarılmış uçurtmanın daha da havalanması için büyük çaba sarfediyordu. Yer yer esen rüzgara takılıp havalandığı oluyordu olmasına ama sürekliliği yoktu işte esintinin. Hevesi kaçtı kaçacak bir hızlanıyor bir yavaşlıyordu. Yanıma gelip durdu ancak patika yoldan kaldırdığı tozlar onunla durmamış hemen dağılmamıştı. Biraz geride yalpalayarak düşen uçurtmaya baktı, kaçınılmaz sonu biliyordu ama nedense yüzünde buna üzülmüş bir imare yoktu...
Sanki uçurtma uçsa üzülecek bir hali vardı, düşmesini beklediği her halinden belliydi kısaca. Belki de defalarca denemesinin neticesinde hep bu şeklin olmasına alışmıştı kim bilir. Kim bilir belki de uçurtmanın uçması değildi isteği. Belki bu patika yolda bir amaç arıyordu koşmak için. Belki koşarken tozları havaya kaldırmak hoşuna gidiyordu. Belki umudunu yitirmeden uçmayacağını bile bile denemekti amacı kim bilir...
Hayat da bizim aynı sonları hazırlamıyor mu sanki ? Her zaman istediğimiz gibi devam etmiyor günlerimiz, hep bir sorun çıkageliyor başımıza, kah rüzgar esmiyor kah yol bitiyor kah uçurtma dağılıyor. Önemli olan bu çocuk gibi olumsuzluklara aldırış etmeden ne olursa olsun hayatın güzel yanlarını da görüp hala gülebilmekte olmalı...Her koşulda gülebilmeyi amaçlamalı...
Daha da incelediğimde çocuğun yüzünde ki saf ve kesintisiz gülüş mutluluğunu gözler önüne seriyordu. Hayatın o kadar imkanlarına rağmen gülemediğimiz eften püften sebeplerle canımızın sıkıldığı çok çabuk sıkıldığı ve ufak tefek sebeplerden dolayı birçok güzel şeyden vazgeçtiğimz günleri düşündüm o an. Çocuğun yerinde düşündüm kendimi; gelecek kaygısı olmadan hatta bir uçurtmanın uçma beklentisi bile olmadan kayıtsızca koşmak. Her defasında kendisiyle yarışmak, tozlarla mücadele etmenin derin hazzını yüzünde ki tatlı tebessümde görmemek elde değil açıkcası.
Bir müddet nefeslendi ancak gülmesi asla kesilmedi. Ne büyük kıskanılacak bir keyif...
Gelinciklere kaydı gözüm... Sanırım anlamaya başladım şimdi
İç dünyanın yansıması çok önemli
Devam edilecek,,,
Uyanık.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder