10 Şubat 2020
Okumak
Günün en sevdiğim zaman dilimi; ya günün ilk anları yada günün son anları oluyor. Tıpkı seyretmeye doyamadığım güneşin merhabasıyla vedası gibi... Benim saatimin güneşle alakası yok elbet. Güneşin bizden en uzak olduğu, saatin gecenin yarısını gösterdiği, sessizliğin kulaklarıma bir avuç huzuru fısıldadığı, uzaklarda göz kırpan şehrin ışıklarına kendimi kaptırdığım ve kahvenin farklı bir tatda damağımda dolaştığı saatler oluyor...
Şuan kendi kalp atışımın cılız sesinin soğuk havaya karışıp gitmesini seyrediyorum biraz titreyerek. Her gidişte benden de birşeyler götürüyor, hissediyorum.
Gözlerim yine yorgun... Uykunun esamesi yine yoklukla yarışıyor. Bir kitap daha biter mi bilmem bu gece.
Zamanın ansızın durmamasına içerliyorum tüm kalbimle. Akıp giden ama bir türlü sonu gelmeyen derenin suları gibi düşüncelerim. Ne çok anı, ne çok keşke sürükleniyor derenin parlak taşlarına çarpıp... Gece uzun nasılsa.
Aklıma okuduğum bir yazı geldi günün muhasebesini yaparken...
Okumanın ilk evresinde ukala olurmuş insan, herkesi cahil kendini alim zannedermiş. İkinci evrede suskunlaşırmış, çok şey bildiğine inanırmış hâlâ ama öğrenecek çok şeyin olduğunu idrak ettiği için daha çok okumayla meşgul olurmuş. Üçüncü evrede ise kendini cahil bulur, doymayan merakını gidermeye ömrünün yetmeyeceğini idrak edermiş. Bu evreye ulaşanlar hakikatte bilgedir fakat kendini o mevkiye koymayacak kadar da tevazu sahibidir. İmamı Azam Ebu Hanife'nin dediği gibi "Bilmediklerimi ayağımın altına almış olsaydım başım göğe ererdi."
Ne çok eksiğimiz var, ne çok kayboluşlarımız...
Ukala benliğimi terbiye etmeye çalışıyorum her fırsatta, hızla akan zamana meydan okuyarak. Üçüncü evreyi ömrümün kifayet etmeyeceği bir hayal olarak görüyorum ancak ikinci evreye ulaşmak emelindeyim. Kısmetse...
İyi geceler.
Uyanık.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder