25 Eylül 2019
Dilekler
Yarışırdık karanlık gecede bir yıldızın kaydığını görmek için;
Kurumuş bir ağacın çatallaşmış dallarından yaptığımız sapanlarımız vardı hepimizin. Kimi küçük, kimi uzun, kimi şekilsiz kurumuş tahta parçaları... Tanıdık abilerimizin çalıştığı eczaneden aldığımız serum lastiklerinden tamamlardık sapanlarımızı,,, Sonrası; önümüze ne gelirse ufak taşlarla hedef haline getirir, bir zamanların çocukluğunun en eğlenceli anlarını yaşardık... İşte o sapanlarla patlattığımız sokak lambasının altında kaldırıma yatmış bir avuç çocuktuk. Yaz aylarında güneşe de aldırış etmezdik hep dışardaydık hep güneş altında... Güneşin etkisiyle o kaldırımlarda ki betonların sıcaklığını hava karardıktan sonra bile hissederdik sırtlarımızda... Yattığımız yerden hem konuşur hemde gözlerimizi kırpmadan gökyüzünde olacak en ufak hareketi görmeyi beklerdik bir umutla... Bir kermit sürüsünün tehlikeleri görmek için tarlada ayağa dikilmişcesine beklerdik bir yıldız kaymasını...
Müstakildi evlerimiz, Yüksek binalar yoktu bizim muhitte, en fazla 2 kat nadiren 3. O yüzden çok fazla bir ışık hüzmesi yoktu o zamanlar,,, Gökyüzünün parlaklığını yıldızların çokluğunu daha net görebiliyorduk. Bakmayın şimdi eksik kaldığımız binlerce şeylerden birisi haline geldiğine... Bunu şimdilerde çok az insan farkediyor aslında. Muhteşem bir doğa güzelliğini dergilerde telefonlarda görüyorlar bir çok şeyi sadece oralarda gördükleri gibi... Sıcak bir yaz günü gece olunca şehrin ışıkları ve gürültüsünden uzaklaşıp gökyüzünü izlemek lazım. Zaman mefhumuna takılmadan sadece gözlerini gökyüzüne dikip binlerce küçük noktanın ne harika bir görsellik sunduğuna herkes şahit olmalı bence.
Neyse yine anlatmak istediğim mevzu başka yerlere akmadan tekrar konuya dönmek istiyorum...:))
"Ne dilersen gerçek olur"
Öyle demişti büyüklerimiz yada kendi kendimize uydurduğumuz bir inanıştı bu... Çocuk aklı işte. :) O zamanlar bunun doğruluğuna pek aldırış etmediğim ve kendimce inanacak değerler arasında olan bir düşünceydi bu.
Bir yıldız kaydığını gördüğümde gözlerimi sımsıkı yumar, başparmağımı avucumun içine alıp elimi yumruk yapardım, sonra dileğimi içimden tekrar edip gerçekleşmesini beklerdim. Sanki hemen gerçekleşecek ümidiyle...
Ne dilersen gerçek olur... Olsaydı o zamanlar yada belkide olmuştur bilemediğim ne dilekler tuttum kim bilir bir zamanlar anımsayamadığım... Belki zamanın en revaçta ele gelecek şeylerini isterdik bir avuç bilye, belkide bir kova gazoz kapağı kim bilir...
Şimdi ise akıllandık maddesel dileklerimiz yerine daha kalıcı daha içsel şekillere yöneldik. Gönlümüzden geçtiği gibi bir avuç bilye yerine bir avuç huzur diliyoruz artık...
Çocukluk yılların günleri upuzun geçer. Herkesde öyle midir bilemiyorum ama çocukluk yıllarımdan en çok hatırladğım sabah erkenden uyanır kalkardım; bizim evin düzeni öyleydi diyemem ama erken kalktığım gün bitmek bilmezdi. Şimdi ki çocuklar bu kadar çok zamana sahip değiller. Erken kalkmak şöyle dursun erken yatma sebepleri bile olmuyor çoğunlukla... Bilgisayar, tablet oyalanmaları, ellerinden düşmeyen o akıllarını başından alan güya akıllı telefonlar yüzünden.
Günümüzde koşa koşa yaşanır gibi çocukluk geçirirdik. Oysa dolu dolu yaşarken kaçırılanların farkına varmamışız yada herşeyin farkındaymışız da işimize gelmiyormuş gibi yaşamışız. Kendiyle baş başa kalabilseydi her çocuk belki, bir ihtimal, etrafında ki hayatın, bulunduğu yerin ve birçok şeyin gerçekten farkına varabilirdi. Çocukluk çağında bu daha da önemli ve bunu kavraya bilmek de... Kötü bi durum değil ama hayat hep çocukluğumuzda devam ettiği gibi gitmeyeceğini kavrayamamıştık. Büyüyünce isteklerin, beklentilerinde değişeceğini kestiremedik ve özellikle dileklerin...
Neyse yine dönelim o yıllara:)
Uyandığımda çoğu kez ilk yaptığım tavukların sesini dinlemek olurdu. Koşar adım bahçeye çıkar babannemin görmemesi için pencerenin altından sürünür hemen dalardım kümese. Çoğunlukla da bir sıcak yumurtayı alırdım üzerinde ki tavuğu kovalayarak. Sıcak, taze yumurta saf protein sabah sabah dimağa iyi gelen şeylerden birisiydi kesinlikle.
Sonrası okul yada eğlence ne fark eder ki zamanın yemeye başlardık sanki tükenmeyecek gibi...
Velhasıl, teknolojiye rağmen çocukluğunu koşaradım yapabilen çocuklar ne mutlu hayat yolu bitmeden, zaman geçmeden...
Hayat hep aynı yerinde saymıyor elbet, çocukluk, ardına okullarla geçen zaman ve gençlik diyerek şaşkın yılları atladık ardarda. Benim dileklerimin gerçekleşmesi için başparmağımı avucumun içine toplayıp, elimi yumruk yapmam yetmediğini iyi anladığım zamanları hızlı geçtim. Bu arada, o alışkanlık hala değişmedi, karanlık gecelerde göğe diktiğim gözlerimle kayan bir yıldız gördüğümde küçücük dualarla birlikte depreşir dileklerim... Ancak neden sonra gökyüzünde peşi sıra iz bırakarak kayan yıldızlar olmadığını anlasam da yine de bu saf bir alışkanlıktan asla ödün vermedim. :)
Herneyse; sonbaharlarda sıcakları kovaladığı anlarda esen lodosun yaptığı gibi gençlik de; insan hayuatında uzun süreli bir sersemlik bırakır. İsyankar ruhun kendini duvardan duvara vurmasıdır aslında gençlik... Kendini tanıma ve sınırlarını keşfetmedir, başkaldırıştır hayat düzenine...
Arkadaşlarının iyi veya kötü olmasıyla da son derece alakalı bir durum bu seni hiç istemediğin yerlere sürükleyenelerde olabilir seni yaralanmalara itenler de... Yaralar zamanla iyileşir o dönemlerde. Sonra, dileklerin gerçekleşme zamanı gelir. Ne kadar zor olduğunu itiraf edip vazgeçersin belki veya uğruna ne pahasına olursa olsun bedel öder, yada ödetirsin. Küçük, masum bahanelere sığınırsın belki, kaderine lanet edip küsersin veya karanlığın kestirmesinden geçip kalpleri kıra kıra "büyürsün"...
İşte böyle hayat elegeçirir tüm benliğini; küçük masum dileklerin yerini hayat mücadelesinde seni köleleştiren mal, mülk, prestijden ibaret oluverir sen daha ne olduğunu anlamadan. Hayat; kör eder gönlünü, kalbine kibrin zırhını giydirir, çok canın yanar ve sende bunun acısını alırsın çevrendekilerden, farkına bile varmazsın kendine ettiğin ihanetin... Hayat susturur minik bir kuş gibi kanat çırpan gönlünü, olamadıkların, alamadıklarında kaybolursun...
Çocukluğumda; hiç kimseye dileklerini ve gerçekleşip gerçekleşmediklerini sormayı akıl edememişim ki kendi dileklerimin olmasını bekliyorum. Belki her çocukta olan bir eksiklikti bu yada körü körüne inanış. Beklemesiydi belki de uzun suskunluğuydu onu özel kılan.
Hayat bu değil mi; kimimiz gelir, kimimiz gider, gelen de giden de kendi kaderini yaşar, ne azı ne de fazlası. Hiç kimse bir diğerinden daha özel değil, hiç kimse bir diğerinden daha şanslı değil. İlahi terazinin kefeleri hep dengede, hayatın çığırtkanlığına, çirkefliğine, uçurumlarına rağmen.
Ve, ne dilersen gerçek olur, bu saf düşüncenin bizi saran büyüsünü bozmayız yine de...
"Ne dilersen gerçek olur" eğer gerçekten istersen...
Sizin gibi bende bekliyorum gerçekleşmesini dileklerimin,,, heleki şu zamanda bir de aylardan Eylül olmuşsa...
Herşeye rağmen umudu kaybetmeden, gerçekleşmesi düşüncesine tutunabildiğim kadar tutunup gözlerimi kapayıp diliyorum dileğimi,,, yüreğimle, ruhumla...
Uyanık.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder