30 Ağustos 2020

Bavul




Bir yolculuğa çıkmak istedim. Hani koşar adım bir yere gitmek, özlemle bir yere yetişmek için değil. Sadece yollarda uzun uzun gitmek için... Aracı kendim süreceğim veya birisiyle muhabbet edeceğim bir yolculuk da olsun istemiyorum. En azından bu sefer kendimi kendimle bırakmak, kendimi kendime yol arkadaşı yapmak düşüncesindeyim. Sadece yol almak ve düşünmek  başka birşeyle meşgul olmamak istiyorum. Nereye gideceği belli olmayan, şehirden çıkan bir vasıtaya binip koca dünya da sadece ben varmışcasına boş bırakmak istiyorum kendimi... Yine de bir plan yapmak gerekti ve sonunda çıktım yolculuğuma... Ufak bir çanta aldım yanıma elim boş kalmasın alışkanlık babında...


İşin perde arkasında ise kimsenin göremediği bavuluma tüm duyguları yükledim ve doğrusu bir hayli ağırdı bavulum. Uzun mesafeleri katedip istasyona kadar taşımak zor olmuştu benim için. Nasıl kolay olsun ki; özenle biriktirdiğim tüm duyguları yüklemiştim ona. Düşünün artık siz neler neler...


Niyayet kalkış zamanı yaklaşmıştı. Yerine göre beklemekten sıkılmasam da zamanın geçmesini ve biran önce bu şehrin topraklarından ayağımı çekmek istiyordum. Çok sürmedi bekleyişim. Kendinden emin çokbilmiş edasıyla hızlıca yürüdüm kalabalıklar arasından. Mesafeler konusunda hassaslaşan dünyanın yeni şartlarında birçok insandan nesafeli olarak kuruldum kolduğuma bavulumla birlikte. İşte yalculuğum resmen başlıyordu artık. Trenden gelen ıslık seside gitme vaktinin geldiğini haber veriyordu. Bu gidişe yüklediğim anlam; hayatın zirvesinin avuçlarımda olduğunu hissettirmişti.

Uçurtayı uçuran değil bilakis uçurtma kadar gökyüzüne hakim yükseliyordum dağlar üzerinde. Sanki özgürlüğe, sanki kurtuluşa, sanki yeni bir hayata başlıyor gibi heyecan kaplasa da bir yanım geride bıraktıklarım konusunda beynime sinyal veriyordu sürekli.

Yavaştan hareket etmeye başlağımda, avuçlarımdan kayıp giden bir güvercinin ardından bakar gibiydim, tam bir kabulleniş, tam bir teslimiyet...


Pencreden baktığımda içinde bulunduğum trenle gitmiyorum da hayat benden geçiyordu sanki. Dünyanın merkezindeyim ve hayat çevremde şekilleniyor gibi hissettim.

Sonra acizliğimi, minik halimi umursanmazlığımın farkına vardım. O anda, hiçliğin içinde boşvermiş halime baktım camdan belli belirsiz görünen yansımama.

Ben; benden mi gidiyordum yoksa ben; beni mi buluyordum bu gidişle...

Bavuluma koca hayatı yüklediğim duygular, aslan kesilmiş kibirli hallerimle beraber trenin her ilerleyişinde süzülüp gidiyordu bavulumdan.


Camdan düşüşlerini görüyordum vede hızlıca yok oluşlarını... Her ilerleyişinde trenin daha çok süzülüp gitmeye başlıyordu bavulumda olanlar.
Bu döküntülerin mümessili ben değilim gibi gözükmek istediğim için kendimi yolculuk boyu taktığım kulaklıkla ve elime aldığım bir kitapla meşgul ettim.
Okudum okudum okudum...
Dinledim dinledim dinledim...

Sonunda son durakta durmuştu tren.
Koltuğumdan ağır ağır adımlarla kalkıyordum zaman kazanmak istercesine.

O istasyona zorluklarla taşıdığım bavul kuş gibi hafıflemişti sanki.

O koca hayatı yüklediğim bavulumda duygularımdan nadide ve değerli bir kaç tanesi kalmıştı sadece.

İşte tamda o zamanda anladım hayallerle gerçekler arasında koca bir uçurumunun var olduğunu...

Uyanık.


Hiç yorum yok: