20 Ocak 2024

Kahve aşkı.




    Mermer zemini döven topuklu ayakkabının sesi çıplak ve soğuk koridorda yankılanıyor. Hiçliğin ortasında bir ben buradayım nidaları... Kapalı kapılar ardında çalan bir telefonun boğuk sesi, Uygunsuz aydınlatmanın ve basık tavanın daraltıcı etkisi... Ne artıyor ne azalıyor aynı tonda aynı güçte çıkıyor o tok ses ve olduğu yerde dövüyor sanki kalın topuklar granit zemini... Bir an bu sesin uyumlu ritmi saniyelerin ilerleyişini işaret etse de zamandan bağımsızlığı hemen kendini belli ediyor. Bir an öğrencilik yollarımda atölyenin uzun koridorları geliyor aklıma. Kış aylarının kapalı havası, duvarlarda mutlaka olması planlanmış ama kullanışsız sadece az bir ışık gelsin diye yüksekte bulunan küçük pencereler, beton etkisi ile soğuktan daha kısık yanan floresan lambalar hatta yanmaya bile mecali kalmamış birkaçının yanıp sönmesi... Ders aralarında korku filmlerini çağrıştıran o koridora çıkıldığında özellikle hiçliğin, yalnızlığın, ürpertici sessizliğin unutulmayacak bir görüntüsü... Unutulmuyor da aklıma her benzer bir durum geldiğinde dejavu etkisi gösteriyor adeta. 
    Nihayet sesi çıkaran topuklu ayakkabının kahramanı görünüyor karşımda. Bir elinde çay ocağından yeni alınmış kahve kupası, bir elinde ufak bir ajanda... Köşeyi dönüp o son adımı attıktan sonra sanki duruyor zaman... Omuzlarına inmiş kestane rengi saçlarının arasında yüzüne yayılan tebessüme, kahve kupasından çıkan buhar dokunuyor arada. Kahverengi gözleri arkamda duvarı kaplayan camlardan gelen ışıkla parlıyor. Düzenlenmiş kaşları; gözlerinin üzerinde uyumlu duruyor kırpışan göz kapakları...  
    İçime bir yakınlık, bir samimiyet hissi doluyor... Tanışıklığın, yıllar içerisinde insanın her hücresine nüfuz edişin etkisi yayılıyor benliğime... Hani korkunca yada heyecanlanınca vücuda yayılan o adrenalinin kabararak göğüs kafesinden çıkmaya çalıştığını hissediyorsun resmen. Bir özlem hissi gelip oturuyor sol yanıma. Kavuşmanın, ulaşmanın törenini yaşamanın an meselesi olduğunu hissediyorum artık. İçimi kaplayan aşk hızlandırıyor kalp atışlarımı. Birçok filmde ufak bir tepeden kırlara serpiştirilmiş lalelerin arasında koşan insanları resmederler bu aşkın  insanın içinde uyandırdığı hissiyatı anlatmak için. Yer yer buna hak versem de aşkın görsellikten öte, insanın içine dolan tarifsiz hissiyatının büyüsünün şekle dönüştürülememesinden yanayım. Ki eminim bu hissiyatı yaşamış insanların hepsi aynı görselde aynı tonda bulutlara yükselmemektedir. Kendimi toplayıp ses yoğunluğun anlık durmasından istifade ederek granit zemini incitmeden attım adımlarımı. Yüzüme istem dışı yerleşen tebessümle birlikte beni bu kavuşmaya imkan sağlayan kadının elinden narince aldım kupamı. Gözümü ayırmıyordum üzerine çıkan buhardan... Çevremle olan münasebetim son bulmuş, ne ışığı, ne sesi, nede kimsenin varlığını hissetmiyordum. Ellerimde hissettiğim sıcaklığın parmaklarımdan tüm vücuduma yayılmasına müsaade ediyordum. Bir yudumun ağzımda bıraktığı keyifli tadı hissederken buharım yanaklarımda dalgalanmasını ve kirpiklerime kadar uzanmasını izledim. Kupayı dudaklarımdan ayırırken gördüğüm buğulu çevremin normale gelişine tanık oldum ve bir anda nerede olduğumu anımsadım... Beni; kupama kavuşturan kadına yüzümden eksik etmediğim gülüşümle teşekkürlerimi sunup sessiz ve soğuk koridora doğru attım adımlarımı. Ardımda granit zemini döven topukların uzaklaşmasını önemsemedim bile...

Sevgilerimle...

Uyanık.

16 Ocak 2024

Haklılık

 


Haklıydım... Bunun için ekstra bir çaba sarf etmeme gerek bile yoktu oysa. Yorgun benliğimin haklılıkla uğraştığını söyleyemem. Bir miktar huzurun, bir avuç sakinliğin, yastık kıvamında yumuşak bir örtünün sarmalamasına ihtiyaç duyuyordum sadece o kadar. Çok stresli ve yoğun zamanlarım olmuyordu ancak her seferinde bir kademe daha üstünü, bir miktar daha fazla dozunu istiyordu insan kendinden beklenildiği gibi... 

    Yine, yeniden kısaca.... Madur edebiyatının vazgeçilmez görsellerini izledik yıllarca sinemalarda. Belki ruhumuza işledi bu durum. Bir anda hüzünlenmek, sanki birileri sıkıyormuşçasına dışarılarda hava almaya çalışmak... Artık haklılıklarımın mutluluğunu bile görmenin heyecanı olmuyor. Haklı olmaktansa mutlu olmanın daha değerli olduğunu söyleyen şairlerin ne demek istediklerini gerçekten anlayalı hatta bunları yaşayalı yıllar oldu.

    Yıllar...

    Değirmen taşından geçirircesine bizi yontan yegane zaman. Şimdi ki halimle 10 yıl öncesinde olmayı, o yıllarda yaptığım yanlışlarımı düzeltmeyi, doğrularımdan ders alarak daha çok doğrulara adım atmayı ne çok isterdim. Bazen ukalalıklar, bazen baskılı haller bazen kırmaların yerini zamanın değerini bilip mutluluğun tadını çıkarabilseydik keşke. Olduğundan daha huzurlu daha keyifli olabilirdim diye düşünüyorum. Belki de her şeyin fazlasının iyinin bile zarar olduğunu bir kez daha teyit edebildik kim bilir... O zamanların hallerinin eseri işte buralarda olmak. Neyin doğruluğunu neye göre kıyasladığımız kısımları irdelemek de önemli elbet. Meçhuller, belkiler, acabalar... 

    Eskiden yaşadığımız zamanları düşünürken kötü anların bittiğine bir sevinç yaşarız bu negatifin pozitife evrilmesi resmen. İyi şeylerin hüznü bu evrime dahil olmuyor çoğunlukla. Ama şu bir gerçek ki  insan doğası on iyiliği bir kötülükle hemen yıkarken on kötülüğü bir iyilikle asla temizleyemiyor... Sahi biz niye böyleyiz ? neden bu haldeyiz ? Vefa, cefa niye dayanma sınırlarımızı en alt seviyelere indiriyor ? Kendi kaliteli yaşamımızı kendimiz sekteye uğratıyoruz resmen. Madur edebiyatımızın içimize sinmiş, bütünleşmiş halleri... O kadar çok şey yazabilirim ki olumsuzluklara hitaben... 

    Yapmak istemiyorum... Dünya yeterince negatif düşünceyle dolu iken bu şekil olmak istemiyorum. Siz de olmayın. Bırakın hayatı aksın. Bırakın bir miktar soğusun çayınız, yenisini alın,,, bir bulut güneşinize engel olsun çekilecektir elbet,,, sevmediğiniz bir müzik çalsın telefonunuzda nasılsa bitecektir,,, Takılmayın içinizde yaşam enerjinize engel olacak sözcükleri söyleyen insanlara, takılmayın hadsizlere, pervasızlara... Çevrenizde sizi mutlu eden güzellikleri inceleyin güzel, değerli zamanınızı sizi mutlu eden, mutlu kılan düşüncelerle, mutlu eden insanlarla doldurun. Dünya yeterince kasvetli hale gelirken bu yangına bir odun da siz atmayın, Kurtulun olumsuzluklardan, ön yargılardan sabit kararlardan,,,  En iyisi siz; ne olursa olsun sizi siz yapan değerlere odaklanın...


Sevgilerimle.

Uyanık.

08 Ocak 2024

Değişim

 


Günaydın...

    Değiştim,,,, senin de değiştiğine eminim. Kaçınılmaz bir gerçeklik, beklentiler içerisinde olmazsa olmaz bir durum olduğunu kabul ediyorum. Peki neydi sebep ? Nelerdi ?

    Hiç bir şey olmasa zaman değişti, binlerce hücremiz bu döngüde yok oldu.

Zaman... Neler düşündük neler geçti aklımızdan ? Belki bir daha düşünmeyeceğimiz, belki bir daha aklımızın köşesi gelmeyecek bir konuyu irdelerken yok oldu binlerce hücremiz. Yüzüne bakmaya tenezzül etmeyeceğimiz umursanmayacak derecede değersiz seviyede gördüğümüz insanların yaptıklarını düşünmekten katlediyoruz belki de nadide beyin hücrelerimizi. Değer mi ? Kendini bilmez, önemsiz, değersiz insanların boşu boşuna can sıkmasına stres yapmamıza değer mi ?

    Değmez... Size değer vermeyen, bencil, hadsiz insanları görmeye mecbur olsak da önemsemeye mecbur değiliz. Takmamayı, önemsememeyi, kalite standartları içerisinde adet haline getirmek gerekiyor. En önemlisi bu insanların bizden çaldığı zamanı, öncelikle kendimize, sonra işimize, değer verdiğimiz, önemsediğimiz dostlara, arkadaşlara, sevdiklerimize harcamaya çaba göstermeli... 

Yalnızlık ceza değil bir lütuftur...

Uyanık.


06 Ocak 2024

Zor şey




Ne zor şey...!

İnsanın bildiğini anlatamaması,

Ben deyip susması,

Sen deyip ağlamaklı kalması.

Bana anlat diyorlar

Sonunda sarılamayacağını bildiğin birinin özlemi nasıl anlatılır ki ?

Aslında gitmelerin çare olmadığını biliyorum

Gitmekten başka çare olmadığı gibi

Anladım

Anladım uzun söze gerek yok 

ben sana kavuşmayı öğretemedim 

ama sende bana ayrılmayı öğretemezsin...



05 Ocak 2024

Merhabalar...

 



Merhabalar...

    Kendi kişisel gelişimime katkıda bulunmak adına yazılarımı arada okuduğumu itiraf ediyorum. Özellikle üzerinden uzun zaman geçen yazılarıma bakıyorum. Bazılarında vay dediğim oluyor... Kendi kendime neler yazmışım diyorum o anki düşüncelerimin ışığında ama bazılarına da yok artık ya lüzumsuz,,, sen kimsin,,, neden bahsediyorsun dediklerimde oluyor. Bu yazılarımı silmeyi istiyorum ancak olumlu da olsa yanlış da olsa beni ifade eden kelimelerin bütününe dokunmaya kıyamıyorum. Kimse mükemmel değildir sonuçta :) Olmasını da beklemek hata olur... 

    (Devam edecek)

02 Ocak 2024

Zaman



    Bir yere yetişmeye çalışmıyorum...

    Senin gibi, sizler gibi, yada kaçıyorum geçmişten koşar adım. Öyle yaldır yaldır olmasa da hayatın rutin ilerleyişi takip ediyor adımlarımı... Sahi kesişen hayatlar bir kör düğüm oluşturmazlar mı hiç ? Ne güzel olurdu iyi ve güzel insanların karmaşasında harmanlanmak. Saatlerce, günlerce konuşmanın, dimağımıza gelen mutluluk kelimelerini paylaşmanın tadını eksiltmesek... Hep iyi olmasa da olur, iyi olmayan her şeyi de konuşsak hatta konuşmasak sussak bir ömür boyu nefes alışlarımız yankılansa o yankılarda huzur bulsak bakarak anlaşsak belki bir cümleyi belki binlerce yargıyı çözümlesek durdurulamayan zaman içerisinde. Varlığını hissetmek bile paylaşmaya dair değil midir yoksa özlemek mi bizi biz kılan yanında olsa bile arayan ? 

    Nereye, kime yetişiyoruz, kimi bekliyoruz kimlerle yürüyoruz ? Sahi dünyanın bizim için planları olduğu gerçek mi ? Hangi evrensel dili konuşuyor bu bulutlar ? Yağmurun sesiyle birleşen karanlık neden gizler umutları ? Derin nefes alışlarım içimde büyüyen yangını söndürmüyor. Olsun varsın, sarsın dört bir yanımı... sonuçta durduramadığım bu yangında benim kül de... Şafak operasyonlarına çıkan kalpler sevilmez mi hem ? Sevilmesin, görülmesin, bazı cevherler keşfedilmesin isterim bencil ruhumun nadir isteğini nasıl kırarım ki ? Kırılan ben olayım... Varsın sessizliğimle yaşarken karanlıklarda yağmur sesleriyle yürüyeyim kimse duymasın kimse bilmesin adımlarımın yollarda izlerini... Sessizliğimle mutluluğumun doğru orantısı şaşmasın terazi kefelerinde...

    Yeni yılların ardı arkası kesilmiyor, günler geçtikçe daha da hızlı akıyor sanki zaman... Dünya bunu nereden bilsin ona her gün aynı, ona her gün bayram...  Belki o da küsmüştür sürekli geliş gidişlerden... Gün doğumları, bulutlar, yağmurlar, baharlar, kışlar, dökülen yapraklar, solan çiçekler, papatyalar... 

Sevgi ve muhabbetle.


Uyanık.