11 Ocak 2017
Umutsuzluk
Oda; uzaklarda batmakta olan güneşin turuncu renginin etkisindeydi. Hafif aralanmış camdan içeri giren rüzgar, perdeyi naifçe sallıyordu. İçeri süzülen akşam güneşi, perdenin sallanmasıyla duvarda şekiller oluşturuyordu. Ilık rüzgar, perdeyle birlite yattığı koltukta yüzüne dokunuyordu.
Sessizlik hakimdi ve bir kuşun ötmesi bile yadırganacak bir durumdu.
Düşündü " İnsanlarda şu eşya kadar naif olamaz mıydı?" Doğruldu, perdeye yaklaştı ama baktığı perde değildi, daldı öylece gözleri... düşündü tekrar " Kırmak, kırılmak niye? Bir sonu olan bu dünyada, hiçbir şey ciddi değilken acıları en derinden hissetmek, duyguları sonuna kadar, ciddi ciddi hissederek yaşamak niye?" Uzaklara baktı, gölün üzerinde süzülen birkaç kuşun birbirleriyle oynaşmasını seyretti. İstemsizce sallanan ağaçları, yaprakları seyretti, Parçalı birkaç bulutta anlamsız şekiller aradı bir müddet, aklını dağıtmak için...
Cevabını bulmuştu nihayet, hissizliğinin sebebi buydu. Ona göre her şeyin bir sonu vardı ve sonu olan bir başlangıç yapıp her yeni güne yeni bir umutla başlamayı reddetti ve bu; bir duygusunu daha kaybetmesine sebep oldu; Umut...
Camın dışında ki dünyayı tekrar izlemeye koyuldu ama bu sefer farklı olmuştu... Kuşlar sanki bir seramoni içindeydiler... belkide bir yarıştı onların ki. her defasında birbirlerini geçmeyi başaran birbirlerine üstünlük kazanan hallerini seyretmek güzeldi. Kendini düşündü sonra bu manzaraya bakarken, o artık çabalamıyordu, bu kuşlar gibi yarışmıyordu artık, bir amacı yoktu, yaşıyordu ama ne için? Kim için?
Gözleri rüzgarda uçmakta olan bir poşete kaydı. Hayatı da böyleydi işte, duygularını nereye eserse giden bir poşet gibi düşündü. Ordan oraya savruluyor, bazen yerdeki bir taşa, bazen de ufak bir çalılığa takılıyordu ama nihayetinde yine savruluyordu.
O, şimdi gökyüzüne uçan bu poşet gibi yeniden şekillenen duygularını, yeni baştan inşa edecekti yada duygularından bazı şeyleri şekillendirmeye başlayacaktı... Belki de yapmazdı, yapamazdı. kim bilir ?
Bu güne kadar her yeni günde, gözlerini dünyaya açtığında hemen duyguları da yerlerine yerleşiyordu. Yatmadan önceki her şey yerli yerine tekrar doluyordu içine... Bu gün ise sanki farklıydı, duıygularını birer birer reddetmişti. Sonu gelmeyen bir alışkanlığa dönüşün karşısına dikilmişti pervazızca ve hissizlik esir almıştı bugün ruhunu. Yaşama küsmüştü, belki biraz da kendine, hatta en çok kendine...
Gözlerini kapatmadan güneşe bakmaya çalıştı. Daha ilk saniyelerde gözlerini istemsiz kıstı ve bir yaş demeti doldurdu gözlerini. Her durumda akan göz yaşının onu rahatlattığını biliyordu duygularını hiçe sayıp akmalarına müsade etti belkide...
Hissizleşen duygularının tercümanıydı belki bu...
Arkasını döndü, kalktığı kanepeye tekrar oturdu. Başını dizlerine dayadığı kollarından destek alarak ellerinin arasına aldı, gözlerini kapattı " Belki de artık bırakmalıydı düşünmeyi, düşündükçe karanlığın içine daha çok batıyordu çünkü. Nereye kadar devam edecekti bu böyle? Yalnızlık, hissizlik... Her daim yanındayken nasıl başlayacaktı yeni bir hayata?" Ne kadar süre hissiz ve sessiz bilmeden kalktı yerinden ve düşünmemeye çalıştı. Bir kez daha aynı şeyi yapmıştı işte, bir sorunu daha kenara atmıştı. En büyük kazancı mı yoksa zararı mı bilinmez ama en önemlisi ve en gerçekci hali ise umutsuz bir şekilde dışarı doğru ilerledi...
Giderken; yüzüne sahte bir gülüş, gözlerine eski kendisinin bakışlarını yerleştirmeyi de ihmal etmedi...
Uyanık.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder