08 Ekim 2019

Yağmur



Şefkatli dokunuşunu hissettim yanağımda...
Beton yığınlarının arasında kaldık ne bahtsız ne kötü bir zaman, belki seksen yıl önce yaşamış olsak kerpiç taş duvarlarda olacaktık tek gözlü odaların. Hasır döşenmiş ve odanın boydan boya yarım metre arayla üzerinde bulunan kavak ağacından tavanları... Kalın taş duvarlarında yazın serinliği kışın sıcaklığı tutan, bir kösesinde kuzinesi kurulu sedir döşeli huzur evleri. Şimdilerde plastik olan tahta pencere pervazları ve hemen bahçeye açılan muazzam görsellik. Kendi kendimize hapis hayatı yaşıyoruz şimdilerde. Hapishanede kalan bir mahkumdan odamızda ki konfor haricinde ne farkımız var ki...? Adına da medeniyet diyoruz kendi kendimizi koyduğumuz kafeslere... Tıka basa dolu insan selinin ortasında gökyüzüne tırmanan binalarda tıkılıp kalıyoruz günlerce, aylarca hatta bir ömür boyu... Ne için çile çekiyoruz ne için mücadele ediyoruz hayatlarımızda,,, Yaşamak için mi yoksa geleceğe sahip olabilmek için mi ? Neye sahip olabileceksek, neye sahipsek?...
Siz bunu biraz düşünün bence... Beş para etmez dünya için nelere katlandığımızı bir düşünün boş vaktinizde... Dünya için çabalamadığınız boş vaktiniz kalmışsa tabii...

Bende yüzüme dokunan şefkatli dokunuşa odaklanayım, yüzümde bıraktığı izi anlatmaya çalışayım biraz...
Yaz aylarında bir ağaç gölgesi bulmaya görsün insanoğlu, otoban kenarları dahil hemen seriyor çulunu kuruyor masasını yakıyor mangalını hiç vakit kaybetmeden. E normal tabii beton yığınları hep bi dert insan için.. Doğasına aykırı demeyeceğim çünkü evrimleşiyor insan da kediler, kuşlar gibi... Niye eski insanlar şehir hayatı sevmiyor,,, çünkü daralıyorlar, toprağı görmediklerinde ayaklarında hissetmediklerinde... 
 Anadoluda yaşamak mega kentte yaşamaktan daha keyifli yaşamak diyorum bu önemli durumu göz ardı etmeyin derim...
İşte size eşsiz piknik alanlarından birine gittiğimde gördüklerimi tarif edeyim dilim döndüğünce...
Bir vadinin yamacına geldiğinizde kır çiçeklerinin hafif esen ılık rüzgarda nasıl salındığına şahit oluruz. Uzun sögüt ağaçlarının yapraklarından gelen o sesin şehirlerde ki araba seslerinden kat kat güzel olduğunu kimse inkar edemez. İki ağaç arasına kurulan hamakta sallanmanın keyfi ise,,, ne diim size aklım gitti şimdi... Öten kuşların, esen rüzgarın ağaçlarda ki sesi ve yapraklar arasında süzülüp tenime dokunan güneşin ılık rüzgarla birleşmesi, hafıften sallanan hamak ve kapalı gözlerim...
Bu günleri geride bıraktık ve bahar tekrar yüzünü göstermeden sadece anılarımızda kalacak maalesef...

Şefkatli dokunuşunu hissettim yanağımda...
Bulunduğun yerle olmak istediğin yer arasında ince bir çirgi bulunur. Herşey gözlerini kapatıp o anı, o duyguyu hissetmekten ibarettir. Yani hemen hemen diyebilirim başarabilen için... Bu sabah da evden çıktığım anda yüzüme dokunan yağmur damlasında az önce tarifini gerçekleştirdiğim piknik alanında hissettim kendimi. Yeşil otların üzerinde seken çekirgeler, uğur böcekleri. Mavi gökyüzünün güzelliğini belirtircesine süzülen parçalı bulutlar. Kır laleleri, gelincikler, papatyalar... Bir yağmur damlasının yanağımdan süzülerken; aklımda hissettiğim o vadide amaçsızca yürüyüşüm oldu. Damla yüzümü terkederken ben görebildiğim, hissedebildiğim bu vadiyi yürüyüp bitirmiştim bile... Oysa gökyüzü kapanmış ve beni daha kaç bin defa bu vadide yürümeme sebep olacak yağmur yeryüzüne iniyordu yavaştan... Şemsiyemi açıp damlaların şemsiyede çıkardığı seslerin eşliğinde yerde birikmiş büyük su birikintilerini rahatsız etmeden ilerledim karanlık sokakta, yağmurun şefkatli dokunuşları eşliğinde...

Sevgilerimle...

Uyanık.

Hiç yorum yok: