27 Mayıs 2017

Abim



Günler geçtikçe daha da anılara tutunuyor sanki insan. Yaşlandıkça mı yoksa güzel günlerin, güzel anların benliğimize kattığı o doyumsuz mutluluktan mıdır bilinmez, daha çok geçmişi inceliyor insan kabaran hasretiyle... Hatıraları tebessümle düşünürken; o zamanlar olmasını dilediği o kadar çok isteği de peş peşe sıralıyor ki insan kendi kendine. Acımasız bir yok edici olduğunun kanıtı her defasında ispatlanan zamanın, durmaya hiç niyetli olmadığını da belirtmek isterim ve siz siz olur her anın her günün geri gelmeyeceğinin bilincini hiç kaybetmeyin...
Herkes gibi benimde geçmişte anılarıma birçok güzel sayfayı eklemek istediğim şeyler olmuştur elbet. Bu konuda yapacak birşeylerin olmaması en büyük hüznümdür... 
Bu küçük yazımı abime ithaf edeceğim...
Geçmiş olan zaman da biz doya doya beraber olamadık seninle. Her gün didişemedik, hani; filimlerde gördüğümüz küçük çocukların yaptığı ama bizim hiç yaşamadığımız kavgalarımız bile olmadı. Bu; kavga etmek istediğim için değil de seninle iyi kötü paylaşamadık çocukluğumuzu be abimm... Birçok kişinin yapabildiği şeyleri yapmadık biz. Onlar her zaman içimde birer uhde olarak kalacaktır... Yeri doldurulamayan içinde; hasretlerin, özlemlerin haykırışların yankılandığı  birer boş oda...  Seninle bir maça gitmedik mesela. Elimizde flama avazımız çıktığı kadar bağıramadık ki. Sinemalarda dolaşmadık izlenilen bir gilmin saatlerce yorumunu da yapmadık. Bir aile gibi tatillere bile gidemedik ki bir deniz kıyısında güneşe nazır... Özlemim bu yüzden yapamadıklarımıza isyanım bu yüzden... 
Ama hafızamda hatırladığım onca güzel zamanlar da var ki tekrar o anlara dönebilmeyi ne çok isterdim. Benim hatırladığım kadarıyla biz, zamanımızı evde geçirirdik olduğu kadar, olabildiği kadar... 
Bana tavla oynamayı sen öğrettin en iyisinden ve şimdilerde bunun pişmanlığını duyduğunu adım gibi biliyorum :)))
Bir kalenin bir filin her türlü kombinasyonunu şahla rok yapmanın nasıl olacağını seninle keşfettim ben satranç anlatırken. çeşitli kağıt oyunlarını da beraber oynardık. Televizyon seyrederdik, en çok da zamanın unutulmaz çizgi filmlerini... Ne gülerdik saçma olduğunu bildiğimiz o anlarda. Belki de sadece o anı en iyi yaptığımız ve beraber paylaştığımız için mutlu oluyorduk. Ben senin sen benim gülüşüm de unutuyorduk hayatın orada bulunmayan her yanını... Hep de evde değildik elbet. Özellikle hafta sonları nadiren de olsa çıkardık dışarı. Hani bir keresinde o çıkmaz sokakta ki bağın kapısını kırıp kaçmıştık ya onu hiç unutamıyorum. Eminim firene geç bastığın için olmuştu ama bilerek mi geç bastın yoksa o külüstür bisikletten dolayı mı olmuştu bilemiyorum. Ne çok gülmüştük yine o gün. Eniştemlerin eski sarı bisikletiydi  hoş bir yenisi olmadı hiç hep o vardı... Onun orta demirine koyduğum yastığın üzerine oturur gidondan sıkı sıkı tutunurdum sen de hızla sürerdin. Ya o bisiklet tarih öncesinden miydi neydi onun fireni ayakla basılan bir manivela ile oluyordu ve o tarz bir bisiklet bir daha hiç görmedim. Hem pedal çevir sonra ayağını kaldırıp frene basıyordun bisikleti durdurmak için. Resmen ayak frenli bir külüstür... Ne sakin adamlarmış eskiler, anlık fren yapmaya bile gerek duymamışlar.:)) Senin uzaklara okula gittiğinde ki o zamanlar görmediğim bilmediğim meçhuller diyebilirim, o bisikleti ben de kullandım uzun süre ve bazı badireler atlattım tabiki. Çok da düşmedim aslında çünkü sen öğretmiştin bana düşmeden binmesini... 
Hafızamda genelde sen Istanbul dan, okuldan gelir birkaç gün kalırdın belki de birkaç hafta ama sanki sabah gelip akşam tekrar yola çıkıyorsun gibi gelirdi bana. Bir abi kardeşin uzun uzadıya sohbetlerini de çok sık yapamazdık o yüzden. Her geldiğinde bana bir hediye getirirdin öyle aman aman büyük şeyler olmasa da değişik şeylerdi hep, o yuzden gelişini dört gözle beklerdim. Şaka tabiki sendin önemli olan senin gelişindi hep... Hayata dair bir çok bilgiyi senden öğrendim, her soruma cevap alıyor kitaplarda bulunmayan bilgileri veriyordun. Babamın iş yerinde arka tarafta olan atölye de bir çok deney yaptık sonu kötü biten... tamam aramızda o yaktığımız şekerler, asetonlu pamuklar:)) 
Bahçede koştururduk top oynardık halamlara giden o dar ara geçişte. Bahçede bulunan birçok meyve ağaçlarında dolaşırdık en çok da o büyük tut ağacında ama düşen hep sen olurdun :)
Su savaşları yapardık bahçede sıcak yaz günleri, eski sabun kutularının kapaklarını deler ıslatırdık birbirimizi. Kaçmalı kovalamacalı bir halamlara bir eve durmazdık ki, kazanan bir kova suyla bizi ıslatan annem olurdu genelde hatırlar mısın ?
Yıllar yılları devirdi zaman aldı başını gitti. Böyle anlarda bu anıları düşünürken sanki bir filmin karesini hatırlar gibi oluyorum. Orda yaşananların bizimle alakası yok da her bir kişiyi bir oyuncu canlandırıyor gibi düşünüyorum. 
Yabancılaşıyor bazen insan aynada baktığı kendine hatta kendi anılarına bile...
Memnun kalmadığım iş durumundan çıkış yolunu bile sen gösterdin bana. Daralmışlığın, bunalmışlığın girdabindan sen çekip çıkardın beni... Belkide İstanbul a gelmemin en büyük sebebi sensin ve senin yanında olmaktı. Zamanında geçiremediğimiz günlerin belki bir telafisi olabilirdi. Oldu da elbet abartı derecede cok olmasa da tabii...
Rol modelim oldun yıllarca sen bilmeden, sen farketmeden. Yanında huzurlu ve mutlu oldum hep, görüştüğüm anlarda daima güldük biz en içten haliyle...
 Hiç bir kötü anımız olmadı bizim yaşamadık şükür bundan sonra da olmayacağını düşünüyorum kocaman adam olduk sonuçta:)
Şimdi seni çok özlediğimi fark ettim özellikle anılarla harmanlanırken ve aynı zamanda seni çok sevdiğimi söylemenin de ne kadar basit kaldığını...


Uyanık.

Hiç yorum yok: