30 Nisan 2020

Kolay



Ah be derken feleğe yükledik hep suçu,
Kolaydı belki böylesi kolaydı suçluyu seçmesi,
Oysa ne tek suç vardı nede tek suçlu...

Uyanık.

29 Nisan 2020

Son



Takvimden dökülen yapraklar,
Ömür den ömür giden zamanlar,
Geçene feryat figan eder garip gönül,
Umut var güneşin etkileri yakıcı değil,
Karanfiller sıralanmış yeşil yapraklarla,
Maskeler altında görülmeyen tebessümler,
Dinmedi, dinmiyor, eminim de dinmeyecek,
Bu serzeniş, bu haykırış, bak görülmeye değer,
Susma, susturma, son dediğimiz bir gün gelecek...

Uyanık.

Bahar



Her damla bir hayat saklıyor,
Tomurcuklar açıyor gözlerini,
Biz günleri evde geçirirken,
Doğa yeniden hayat buluyor...

Uyanık.

28 Nisan 2020

Dolu



Huzura beş kala, güneş iniyor yükseklerden,
Akılda kalan bir şarkının nakaratı dudaklarımda,
Dolu dolu ansızın içimden gelen pozitif bir enerji,
Nedeni belli, sebebi belli, peki bu devam edecek mi ?

Uyanık.

26 Nisan 2020

Belli



Belki buldun sonsuzluğu,
Belki onu farketmedin,
Belli ki istemedin,
Belli ki sona geldin...

Uyanık.

25 Nisan 2020

Oluş




Zaman izleri siliyor. Olmaz dediklerin istemeden oluyor. 
Olmamalı dediklerin hiç zaman kaybetmiyor...

Hayal gibi gerçekler, gerçeklikte izlediğin film gibiler...

Uyanık.

24 Nisan 2020

Tecrübe



Bir kitabım var elimde... 
Zaten günlerdir elimde bir kitap oluyor genelde. Malûm; dünyayı saran virüs eve kapandırdı hepimizi. Hepimizi diyorum evde herkim varsa hepsi tam tekmil evde... Okullar kapalı egitime uzak mesafe destekle devam ediliyor ama gördüğüm kadarıyla evde kimsenin öğrencilikle alakası da kalmamış. :) Bende iki haftadır arada bir ihtiyaçlar için kısa zaman diliminde dışarı çıksam da genelde evdeyim. Ne kadar stresli bir durum anlatamam. Evde kendime hazırladığım köşkümden hem televizyona bakıyor hem gölü seyredebiliyorum. Bazen yanıma sıraladığım kitaplardan birini alıp gömüyorum tüm düşüncelerimi içine yada telefonlardan artık hiç de sevmediğim sosyal medyada zaman öldürüyorum. Kahveydi, çaydı, meyveydi, kuruyemişti eksik olmuyor bir seslenmeme... Bu günden sonra da bu yeme içme kısmına da ara verecegiz bir müddet. Evde kalıp birşeyler üretememek, bir zaman sonra biraz can sıkmaya başlıyor, huzursuz hissediyor insan kendini ve herseyin geçeceği normal günlerin geri geleceği anı bekliyor yavaştan... Elbet o günleri tekrar göreceğiz telkinlerini yeniliyor sürekli, ufak tefek deneysel işlerle de uğraşırken hayat devam ediyor nihayetinde...

Nerde kalmıştım tam olarak ?
Hah elimde bir kitap vardi en son onu yazacaktım size... :) Hemde tam en heyecanlı yerinde kitabın sona yaklaşan sayfaları normalin üzerinde bir hızla eksiliyor. Hem bitsin istiyorum yenisine başlamak için hemde bitmesin istiyorum heyecanlı kısımlarının sona ermemesi için.  Sonuç belki de istediğim gibi bitmeyecek endişesi içerisindeyim ama zaten sonucu belli bir yazı elimde ki...
Bu şimşir ağacından yapılmış sayfaların kokusunu alıyorum çoğunlukla yada bir çam, belki de meşe. Matbaa atölyesinin mistik kokusu da siniyor çevirdiğim her bir sayfaya. Ne yalan söyleyeyim yeni kitapları bu yüzden dolayı da çok seviyorum. 

Okuduğum kitaplarda bazen kahraman oluyorum bazen ayaklar altında ezilen bir çiçek, bazen uçan bir kuşun kanatlarında süzülüyorum, bazen de hain bir kurşun oluyorum. Güzel bir bahçenin tasviri yada bir cinayet mahallinin ayrıntıları etkiliyor beni. Yeşil yapraklar içerisinde dolaşıyorum güneşe gölge ederek kendimi yada ahşap parkelerde adımlıyorum duvarlarda ki tablolara bakarken... Her yazar, her çevirmen kelimeleriyle, kurdukları cümlelerle heran aynı hissi yaşatmıyor ancak bir yerlerde giriveriyorsun kitabın mürekkeple işlenmiş sayfalarına. Kendimi dünyadan soyutladığın o anları da seviyorum gerçekten. 

Mesleğim icabi bir problemi çözerken nesnel malzemeler üzerinde ki görünmeyen enerji akışları ile karşılaşıyorum. Materyalin kimyası, matematikle birleşen elektrik sistemi, çevresel faktörler... Karmaşık bir dizayn içerisinde problemi bulmadan bu problemi çözme aşamasında doğru yöntemin tesbiti gerektiğini tecrübe ettim yıllarca. İnsan en iyi kendi deneyimleriyle öğrenir derler ya, dogrudur. Ancak öğrenmek bilmek değildir. Bazen bildiklerimiz bile yanıltıyor bizi. Emin olduğumuz gerçekleri görmezden geliriz, oysa problemin merkezinde kendi ön yargımızın para perdesi karşılar bizi. Sonrası akıp giden zaman ve yeni tecrübeler...
Yani hayatda da okuduğum kitaplarda da bunu gördüm hep. Bu insan doğasının en büyük acizliği yada noksanlığı diye düşünüyorum. Kim bilir buna  farklı birçok isim verilmiş de olabilir...

Her gün yeni hir tecrübe, her problem kendine ait dünyanı keşfetmek için bir yarışma, her kitap yeni bir dünya oluveriyor kısaca. Har tecrübe aşaması anılarla yoğruluyor sürekli. 
Zaten bizi biz yapan da en çok bu anılar değil mi?

Sevgilerimle...

Uyanık.

22 Nisan 2020

Hayat



Dur durak bilmiyor hayat ama durdurup duraklatıyoruz bazı şeyleri. 
Hatta bazi şeyleri yıkıp yok ediyoruz...

Uyanık

21 Nisan 2020

Düzen



Kesinlikle gerekli bir durum spor aktivitesi. Hayatını bununla idame ettirenlerde haklılar ancak anlamadığım şu ki insanlığa hiç bir fayda sağlamayan bir kişinin bir aylık maaşı binlerce can kurtaran, birçok keşif yapan insanların hayatları boyunca çalışsa da kazanamayacağı paradan daha fazla olabiliyor... 
Bir mühendisin insanlığa faydalı icadı, bir futbolcunun golü kadar konuşamadığı bir düzen nasıl oluştu dersiniz? Yetenek elbet Allah tarafından bahşedilmiş insanlar mevcut ve her insanın kendine özgü kabiliyetleri de vardır. Bence bir futbolcunun aldığı maksimum aylık maaş iyi bir mühendisin maaşını geçmemeli kanısındayım. Veya bir şarkıcıyı düşünün. Ne tezat ne kadar farklı bir düzen içerisindeyiz. Bunu yine biz yaptık bunu biz bu hale getirdik ve devam ediyoruz malesef...
Bir grafik çalışanın dizayn kabiliyeti, bir satranç oyuncusu, bir futbolcu, bir şarkıcı, bir mühendisin aynı gelirde olması gerektiğine inanıyorum veya aralarında büyük uçurumlar olmamalı kanısındayım...Adalet bizim gerçekleştirebileceğimiz birşey değildir..

Uyanık.

Bu konuyu devam ettireceğim...

19 Nisan 2020

Hayat kısa.




Hayat kısa...
Kuralları yık, kolay affet, yavaşça öp, kalpten sev ve; Yüzünü güldürmeyi başaran hiç bir şeye sırtını dönme.
Marktawin.

Gülüyorum bazen dolu dolu, bazen içten, bazen hüzünden...
Yıkılacak o kadar çok kural var ki yıktığımız onca şeyin yanında kuralların lafı mı olur hiç.

Kolay affetmek yada zor,,, affetmeyi beceremiyoruz ki kendimizi yoksa herşey daha güzel olacak  belli...

Öpmenin yavaşı mı olur,,, doya doya öpmeli elinde fırsat varken, imkanlar köşe bucak kaçmamışken...

Sevmek zaten kalpten gelir,,, önce gözde sonra kulaklarda daha sonra yürekte son bulur ve buldun muda unutması zordur. Ahh diyorum en derinden...

Yüzü güldürmek değil de içini güldürmek esas önemli olan ve içten gülebilmek...

Uyanık.

Deniz yıldızı




Sabahın erken saatleri. Henüz sıcaklığını tam hissettiremeyen baharın ilk zamanlarında ki güneş, konumlanmış rotasında hızla yol alıyor. Bir balıkçılın güne merhaba diyen çığlıkları duyuluyor uykularını açmaya çalışan diğer kuşlara seslenerek. Dün geceki kadar hareketli değil rüzgar, dizginlenmiş bir halde. Bulutlar belli belirsiz süzülüyor balıkçıl eşliğinde. Yaklaştıkça sahile, dalgaların sesi daha bir net işitiliyor. Hele o köpüklü sarkaç hareketleri... Sonsuz bir döngü gibi durmaksızın tekrarlanan ve disko topu gibi ışıldayan...
Sahile vurmuş yosunların kokusu, tuzlu denizin kokusuna karışıyor. Yadırganmayacak bir hava hakim gökyüzüne. Şehir henüz bu taraflarda uyanmamış, hoş dünya hali kimsenin dışarı çıkmasına da müsade edilmiyor bu günlerde.
Sessiz, sakin bence günün en güzel saati...

Dalgaların sakince dövdüğü sahile vuran sadece yosunlar değildi. Gece boyu devam eden rüzgarın etkisiyle irili ufakli yüzlerde deniz yıldızı da karaya vurmuştu. Birçoğu şimdiden ölmüş, birçoğu güneşin gökyüzünü arşınlamasıyla ölmeye devam ediyordu. Uzaktan gördüğüm kadarıyla orta yaşlarda birisi var sahilde.
Yere eğilip topladığı deniz yıldızlarını suya atıyor aheste bir şekilde. Yanından geçiyorum bana bakıyor o içten samimi gözleriyle. Yüzünde, yılların derin izleriyle birlikte yaptığı işin mutluluğu görülüyor. Saçları bir hayli seyrekleşmiş, henüz tam etkisini kazanmamış güneşin ışıklarıyla kısmış gözlerini, kim bilir hayatının kaçıncı bin günü bu sahilde aynı işi yapıyor. Rengi anlaşılamayacak derecede kıstığı gözlerinin yanları çiziklerle dolu. Tebessüm eden yüzünde hayata olumlu bakan insanların umut parıltısı mevcut. Sanki dünyanın döngüsü burda durmuş herşey onun inisiyatifinde.  Selamlaşıyor küçük bir baş hareketiyle. Birisini görmenin ayrı sevinci oldu sanki güleç yüzünde...

Kim olsa o sahilde gezen ve onun ne yaptığını anlamaya çalışan insanların aklına "sahile vuran yüzlerce deniz yıldızının arasında onlardan birkaçını denize atmanın birşeyi değiştirmeyeceği düşüncesi gelirdi. Gerçekten te hepsini kurtarmanın mümkün olmayacağı ve hızla ilerleyen zamanın da buna müsade etmeyeceği aşikar ortada. Dünya kanununun ve hayat döngüsünün işleyişinden elimizden gelmeyecek durumlar daima olmuştur. Ancak hepsi için olmasa da denize tekrar dönen deniz yıldızları için hayat tamamen değişmiş durumda olduğu da inkar edilemez. 
Düşününce dünyada herkesin bir görevi var sonuçta yada kendine görev olarak seçtiği şeyler, birer amaç, gaye, maksat artık geriye ne denirse. Mutlaka bir sebebi var herşeyin bu dünyada. Kelebek etkisi kısaca...

Hayatta anlamsız olduğunu düşünülen kimi davranışlar, başkaları için önem taşır bu farkındalığı toplum olarak hepimizin edinmesi gerekmektedir. Zaten etrafta çöpler var diye doğayı birde biz kirletirsek durum ne olur ? Doğadan topladığımız bir çöp poşetinin yokluğu onun için tıpkı deniz yıldızı gibi çok şey fark ediyor. 
Burda yeri olduğunu düşündüğüm bir ata sözü geldi aklıma. " Damlaya damlaya göl olur " 
Evlerimizde kaldığımız bu günlerde yasaklar olmasa da herkes çıkıyor deyip çıkmak yada salt çoğunluğun yaptığı eylemi doğru kabul etmek ne kadar özgürlük hissi verir bize...
Yaşlı adamın küçük teknesine doğru giderken bende yavastan kalktım oturduğum yerden. Sabahın, güneşin, rüzgarın yanında düşündüğüm naif insanlara el salladım kendimce. Kulaklığımı taktım Emel Sayın ın "ah bir sarhoş olsam ki" dediği parçayı dinleyerek geldiğim yoldan evime yolladım.

Sevgilerimle...

Uyanık.

Ay



Parlak bir ay daha lazım dünya ya,
Aydınlatmasa da parlamalı gecede,
Rüzgarın serinliği, yetmiyor içime,
Gördüklerim bürünmüş sessizliğe,
İnadına haykırır duygularım yine...

Uyanık.

18 Nisan 2020

Nota



Aynı notalar bundan eminim,
Aynı tellere dokunuyor ellerim,
Aynı duygular çöküyor içime,
Farklı sonlara yürürken hayallerim...

Uyanık.

Gizem



Bu günler farklı, bu günler özel;
Kendi halimizde kaldığımız zamanlar...
Uzun uzun düşüncelere daldığımız saatler
En çok ne geçiyor içinizden ???
Geçmiş anılar mı yoksa geleceğin gizemi mi ?

Uyanık.

17 Nisan 2020

Yollar



Sakin bir bahar akşamı,
Vurdum kendimi yollara,
Adımlarım aheste ilerledi,
Sahile dizilmiş sıra taşlarda,
Ay arada selamlıyor çiçekleri,
Yakamozlar göz kırpıyor yine,
Su halen soğuk bu sıralar,
Cesaretim yok dokunmaya,
Ya da var aslında ama,
Dokunmak istemiyorum belki.
Yüzümde inceden rüzgar,
Eski anıları tekrarlar.
Yüreğimde bilindik huzur,
Islığımda sihirli nağmeler,
Ve sonra...
Yollarda olsa da hayallerim,
Tavanda yeşil gözlerim,
Yüreğinde yüreğim...

Uyanık.

Hayal


Yıllar geçse de her okuduğumuz bizi şaşırtmaya, bazen hüzüne bazen mutlu kılmaya devam etmekte. Kaşifler gibi içimiz içimize sığmıyor her yeni bilgi dağarcığında. Ne huzur verici bir durum...
Renkleri insan hayatına benzetecek olursak dünyanın içinde bulunduğu renk skalası gri tonlarda diyebilirim. Zaman zaman canlı renklerin fırça darbeleriyle karşılaşsak da durum hic de iç açıcı değil. Beklemenin, şaşkınlığın, hüznün cirit attığı günlerde kendi kabuğumuzda sıkışıp kaldık. Bu zamanlarda hayatımızın ne kadar basit, insanlığın ise ne kadar aciz olduğu gerçekliğine bir kez daha şahit olduk.
Tesadüfler mi, yazgı mı?
Zaman mı yoksa ?
Heraklit " kainatı hiçbir planı olmayan zaman tarafından tanzim edilmiş bir karmaşa yığını olarak görüyordu. Zamanı da istediğinde devirip sağa sola saçtığı istediğindeyse düzenli bir biçimde üst üste dizdiği renkli taşlarla oynayan bir çocuğa benzetiyordu." Bu benzetmeyi " Ne kadar yerinde bir teşbih! " diyenler hep oldu ve olacaktır da. Zamanı zamanla görüyoruz yavaştan.

Bunun yanında zamandan bağımsız bir yapıtaşı daha vardır. 
Hayal...
Hayal; hayatın temel yapı taşlanndan biridir. Bizim düşmanımız değil demeyeceğim ama birçok zaman bize hiç iyi gelmediği aşikar bir gerçektir. Bizi ayakta tutacak yansıtıların en önde gelenidir ve bizi yaşamdan soyutlayan bir boşluk alemidir.  İnsanlarin içinde ki amaçsız tutkularını vücuda getirerek önce dünyayı peşlerine takarlar. Sonra da bu yoğunluğa dalan insanları anlamsızlığa, boşluğa iterler. Bir taraftan da kendi yarattıkları kanunların kölesi haline gelirler.
Hayaller... Oturduğumuz yerden evrenleri gezebildiğimiz en özgür hallerimizdir. 

İnsan; görünen, hissedilen, algılanan hiçbir şeye güvenemeyeceğinin farkına varırsa, hayal dünyasını derinden keşfetmiş demektir. Yazgının gücüne tabi olan, kabulleniş ruhun dinginliğini getiriyor. Geleceğin meçhul duruşu, hayal dünyasının zamana yenilmesine yol açıyor. 

İşte böyle bir dünyada yaşıyoruz. 

Dünyayı işleten kanunların doğruluğunu tartışabiliriz elbette. Ama biz de bu kanunların parçasıyız ve onlardan kurtulma imkanımız da yok. Kısacası burası hataların ve hayallerin en önemli faktörler olduğu bir dünya. 
Burası; soluksuz yaşayıp, bir göz kırpması zamanda sona ulaştığımız  sağlık, mutluluk, huzur arayışında hayallerle yoğrulan, sevgiyi içimizden atamadığımız bir dünya.
Bu dünya bizim dünyamız... Her insanın son nefesine kadar kendisi için önemle yaşayacağı bir gizenli atari oyunu.

Sevgilerimle...

Uyanık.

12 Nisan 2020



Belki birkaç saniye süren bir kâbus... ancak etkisi hiçde az değil...

11 Nisan 2020

10 Nisan 2020

Eehhh



Sessizliğe gömdüğüm sitemlerimin ne anlamı var ki sanki,
Attığım toprağın altına aklımdakilerini de koyabilseydim eğer...

Uyanık.

08 Nisan 2020

Hedef


Soluklanıyorum,
Bakıyorum,
Görüyorum,
Yollar izlerle dolu
Kimi yavaştan kapanan,
Kimi hedefe uzanan.

Bekliyorum,
Susuyorum,
Dinliyorum,
Hislerimi tartıyorum
Kimi mutluluktan uçuran,
Kimi içimi kanatan.


Uyanık.

Ben miyim ?



Bence bu günlerde zaman hızlı ilerliyor yoksa herşeye yetişirim evelAllah :)) Yok yok herşeye yetişmek neymiş bir çok yerde kalıyoruz yarıyolda insanız sonuçta, hem tarihin çarkları bir miktar bize de dokundu yaşlandım da zaten :)
Yetişemiyor insan nihayetinde kısa anlarda yapması gerekenlere,,, Aynı anda birçok şeyi düşünmek; problemlere çözüm bulmaya çalışmak, kendini geliştirmek, kitaplar, diziler, anılar, geleceğe ait planlar, sohbetler, gezmeler, gezememeler, özlemler, hasretler, sanılar, zanlar, daha birçok meşguliyet işte... Tek nefeste okunamayacak kadar fazla say say bitmez. Hal böyleyken birçok kişi gibi benim de canım sıkılmaz kolay kolay. İlla bir iş bulurum kendime yada kafam hiç boş kalmaz genelde anlaşıldığı üzere... Genelde diyorum çünkü bir kere de olsa bu durum olmuş ise yanlış konuşmuş olurum. Ki bazen herşeyi bi kenara itip canımın deli gibi sıkılmasını ne çok isterdim bunca meşakkatin yanında. Tatlısı da mevcut acısı da ortaya karışık kısaca... O kadar önemsemeyen, umursamayan insanları görünce imrenmiyor değilim hani...

Hadi onu geçtim anlayamadığım; insanın canı neden sıkılır ki hem, yapacak bunca şey, meşgul olacak bunca olay varken, hele hele içini ısıtan düşüncelere dalabiliyorken ???
Sizi bilmem ama benim canımın sıkılması en çok yarım kalmalardandır. Yarım kaldıklarımdan... Elimde olmayan nedenlerdendir. Zamana bırakmalardan, beklemekten, mecbur olamaktan, muhtaç olmaktan...

Stres mi ? E onsuz gün mü geçer, fazlasıyla haşırneşir oluyoruz haddinden fazla... Sebep dersen hangi birini saymalı, hangi birini kaale almalı bilmiyorum ki. Ancak en çok stresi insanlar yaptırıyor bunu kimse inkar edemez. Adı sanı olmayan insan,,, "bazen bir vidanın faydasını dahi gösteremeyen ama sorsan dünyayı kurtaran bencil yaratık müsvettesi." " Davranışlarının; mantık çerçevesine sığdırılamayan karmaşık organizmalar bütünü..." Elbet iyi yönününden bahsediyorum kötü düşünce ve eleştri olmadan. :)  Bana ne ondan, bundan, şundan. Herkesin hayatı kendine sonuçta. Özgürlüğün izin verdiği sürece uzak dursunlar benden yeterince derdim var zaten. :) Her birey özgürdür ama insan doğası biraz özgür olmaya karşıdırda aslında. Bağlı olmalı, bağlı kalmalı içindekine ve kalbindekine. Günümüzde zaten başına buyruk olmanın, giyinik çıplaklığın, kaybolan adebin, hayasızlığın, arsızlığın özgür sanıldığı cahil insanlarını yeterince görüyoruz çevremizde, hatta bazen aynada gördüğümüzde bile...

Yıllar geçtikçe yeni deneyimler, yeni tecrübeler ekliyoruz karalamalarla dolu defterimize. Yeni sayfalar fazla beyaz kalmıyor, kalamıyor... Olgunlaşıyoruz... Yaşı ile olgunlaşanlarda mevcut, düşünleriyle olgunlaşanlarda... Kendimi her birinden biraz daha ilerde hissediyorum. Yada kendimi bildim bileli öyleydim de yeni fark etmişim gibi.

Bazen kendi kendime hayat muhasebesini yaparken doğrularla yanlışlarımı karşılaştırıyorum. Birçok konuda kendi kendime ettiklerimden dolayı kızıyorum kendime. Etken olanlar elbet var ancak çoğunlukla kimseye gerek kalmadan kendi kendimi ezmişim çoğu zaman. Kimseyi üzmemek için kendimi üzmüşüm, hayır dememişim olmaz dememişim, acımadan zarar vermişim kimseye kıyamadığım için kendime. Mazoşist değilim elbet vicdan, yürek meselesine dolanmış durmuşum bunca zaman. Neye yaramış bazı haller dışında hakkaten boşuna kürek sallamışım diyorum. Sonra yine kıyamıyorum olsun varsın onlarda birer tecrübeydi nihayetinde diyorum. Rahatım şimdilerde; varla yoku bariz görsemde umursamıyorum eskisi gibi,,, bu benim, benim gördüğüm benim duyduğum benim hissettiğim şeyler yani eyvallah bana...Yeterince dolmuş olan hislerin yanında artık yok küskünlüğüm, kızgınlığım, kinim, nefretim yok, kırıklarımın yanında bendekiler hep umutlar, masum dilekler... Yada öyle gibi hissediyorum atıyorum ne varsa içime, umutlar ve dilekler hep daim bende...
Hüzünlerim, geç kalmışlığımın yanında yapamadıklarımdandır. Gerçi öyle yıkıntıya uğrayacak büyük hayallerimde olmadı. Hayalin küçüğü mü olurmuş, hem ne diyeyim; minicik beklentilerin gökyüzüne uzanan yansımasıyım sanki ben.

Kendim gibi hayal ettiğim insanların öyle olmadığına şahit oldum çokca. Kazandıkça tecrübeleri yavaş yavaş geri adımlar atar oldum, bir adım, bir adım daha derken onlarca adım uzaklaştım insanalardan.
Şaşınlıklarımı bir bir astığım duvarımda yer kalmayınca kesin kararların gücüne sığınır oldum. Bazen tökezlesem de sindirmeye çalıştım acıları kimse farketmeden. Ah insanlar...İğrendiklerim oldu hayat içinde olan şeylerden, yalanlardan, maskelerden, araya çizilen çizgilerden, olmazsa olmazlardan, kibir dağlarından, hırsların yokediciliğinden, umursamaz tavırlardan, cehaletten, çok bilmişliklerden, hatta kendimden... Farklı değilim bende herkes gibiyim biraz ondan biraz bundan... Uzaklaşma şansı bulabilsem, hayat bu imkanları sunuverse bana, ahh gitmenin kolay yolunu bir bulabilsem, bir an bile durmam buralarda... Bir de kendimdem gidebilmeyi becerebilsem, gidebilmenin sırrını çözebilsem bir nefes daha almam bu hayattan, giderim gitmesine de gelen olmayınca gidesim de gelmiyor işte öyle. Aynada ki yüzüm bile geri dönüyorsa düşünün artık siz vehameti... Kimseyi kolundan tutup götüresimde gelmiyor istemezse gelmesin kimse benimle, varsın kendi hayallerim gitsin kendi kendine...

Yoruldum dediğim zamanlar da oldu ama değildi yorgunluk, bu kırgınlıktı hep. Hayal kırıklığıyıdı belki bilmiyorum o kadar derin düşünmedim... Utanç dedim çoğunlukla farklı yüzlerde ki insanlığımdan utandım. Kabullenmedim, konduramadım kendi kendime. Sonra zamanı aldım geriye sıraladım her bir kelimenin ker bir hücresini beynimin yüksek duvarlarına. herkesin kendi özgür iradesi deyip yutkunduım. Ah çektim... Derin nefeslerimi sıraladım peş peşe, göklere diktim gözümü...

Hayat dediğin ne ki çaresi bulunamayan virüsün dolaştığı bu günlerde ? Yüzlerce insana sorsan binlerce çeşidini tarifler. Hayat dediğin, bir mum ışığı, rüzgar söndürene kadar yanan... İşte bu kadar vaktimiz var, bazen başka mumlarla bazen bir ayna karşısında yanan,,, uçurtma misali ince bir ipe tutunmuş yaşamlar içindeyiz kısaca...

Sevgilerimle...

Uyanık.

07 Nisan 2020

Rüya



Bir tutam uyku ihtiyacım mevcut, uyumak istediğimden de değil hani
Belki güzel bir rüya olur kim bilir geçmiş günleri anımsatan...

Uyanık.

06 Nisan 2020

Öyle olur



Bazen " öyle olur " diyordum. Öyle mi oluyordu herşey hakkaten ?
İstediğim oydu belki, belki de kendi kendimi kandırmaktı amacım...
Ne çare ki ne dediğim gibi öyle oluyordu, nede istediğim gerçekten oydu
Kısacık bir an, bir küçük saniye dilimi, kumsaatinden bir kum tanesi belki
Ne diyeyim ki; hangi yolun yarısı, hangisi başı, neyin sonu, ne şimdi ne ?
Kendi içimde karmaşadan çıkılamayan bir çelişki... peki ya senin içinde ki ?

Uyanık.

02 Nisan 2020

Umut




İnsanların bir çoğunun yaşama dair umut aradığı zamanlardayız yine. Tarihin kirli sayfaları arasında insanlığın topyekün maduriyetinin olduğu zamanları ibretle okuduk yaşımızın bu zamanına kadar...

 Her türlü tahribatın gerçekleştiği, suların kirlendiği, ormanların günden güne azalarak dünya atmosferinin daraltıldığı ve doğal oluşumlara hergün daha da zarar verilen dünyanın da kendine özgü yenilenme modellerinin olduğunu düşünüyorum. Herşeyin günden güne azaldığı ancak bunun karşılığında insan nüfusunun katlanarak arttığı zamanlarda dünyanın da kendi savunma mekanizması harekete geçecektir elbet. İnsanlığın büyük bölümünü etkileyen durumlarda insanlar, birbirlerine daha fazla kenetlenme ihtiyacı hissetmişler ve kendilerine her zaman bir umut ışığı bulmuşlardır. 
Hergün yüzlerce ölüm hyaberini korkuyla izliyoruz. Birgün o yüzlerin içerisinde olacak mıyız sorusunu kendimize sormaya bile korkuyoruz açıkcası. 

Kendi eliyle yaşamlara son veren insanoğlunun en büyük yıkımı ikinci dünya savaşında olmuştur. 1946 yılında her ülke gibi italya da etkilenmişti ve yıkık dökük halini sarmaya çalışıyordu yavaş yavaş. Maddi durumların, derin yaraların yanında insan hafızalarının umuda ihtiyaç duyduğu yıllar...

İtalyan Kadın Birliği Üyesi olan üç kadın, toplumun yeniden inşasının 'kadın dayanışmasına’ bağlı olduğunu düşündüler... Bu kadınlar, insanlara birlikteliği sembolize etmesi için bir çiçek seçmeyi teklif ettiler...

Herşeyin normale dönmesi sürecinde insanlar birlik olmaya çalışıyor, dimağlarında ki psikolojik yenilemeye herkes katkıda bulunmaya çalışıyordu.

Sunulan tüm teklifler arasında üç tanesi öne çıktı; renkleri ile büyüleyici karanfıl, her yerde yetişebilen ve yaşam ömrü uzun olan anemon ve enfes kokusu yanında parlak sarı rengiyle mimoza çiçeği...
Her birinin kendine has güzelliği vardı ancak kazanan mimoza çiçeği oldu... Savaştan yıpranmış morallerin düzelmesi ve sarı renkleriyle neşe saçtığı için uygun görülmüştü.
Çiçeğin diğerlerinden en büyük farkı ağaç gibi olmasıydı, fazla bakım ve emek gerektirmeyen, büyüleyici bir çiçekti. 
Umuda ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde açmaya başlayan çiçeğin hayat hakesinde kendisiyle bütünleşen özellikleri;

Dayanışma, Ölümsüzlük, Diriliş, Hassasiyet, Coşku ve Umut sembolü olarak görülür...

Şimdilerde hem İtalyanın hem tüm dünyanın umut timsali mimoza çiçeğine çok ihtiyacı var. Günümüz, günlerimiz yıkıntılarla dolu... Geleceğin karanlık sularında kürek çekerken yolumuzu aydınlatacak ışıklara her daim ihtiyacımız vardır. Birbirimize destek olarak bu günleride geride bırakacağımıza inanıyorum. 

Umutlu yarınlara...

Uyanık.