28 Temmuz 2017

Meçhuller




Yabancısın bu dünyaya...
Arayış içinde cevaplanmayan sorularla sağır olursun
Baktığın, gördüğün, duyduğun herşey başka alemlerin eseri
Sırlarla yaşlanan bedenler, sessizce tükenen ömürler,
Hayat zor, bilinmeyen denklemlerde kaybolur düşünceler
Çözmeye nefesin yetmez çaresizlik sarar benliğini...
En derin denizlerde batan umutlarının peşinde
Alabora olmuş kalıntılarda kaybolursun.
Zaman durmaz kulaklarında aynı melodinin sesi
Nağmeler birbirine karışır gün geceye dönüşür
Dudaklarından akar sözcükler şairlerin şiirlerinde
Kahramanlar terkeder masalları yalnız kalırsın
Karanlığın içindeki meçhullerde ışıklar ararsın
Issız kuytularda başbaşa kalırsın korkularla
Her uyuduğunda tadarsın ölümü, dirilirsin uyanınca,
Gözlerin görmez elini uzatırsın meçhullere istemsiz
Yakalanırsan yaşarsın tutan olursa ellerini
Sırların gizemi karanlığın kanatlarında gizli
Soluk soluğa sona doğru uçuşlarda
Tutamaz kimse bir arada hayalleri
Dağılır toprağa filiz verecek tohumlar gibi
Şifrelerin içerisinde hayatı çözemezsin
Sonsuz defa ölürsün yeniden doğmak için
Sonsuz defa doğarsın özgür yaşamak için
Yaz ortasında yalnız yüreğin buz tutar
Oysa içinde bitmeyen kor yangınlar var
Gönül kapın açılır sonuna kadar 
Öyle gel dersin ihtiyacım sensin...

Uyanık.

27 Temmuz 2017

Masal



Hayatımız o kadar çok değişkenlikler içerisinde ki
Nefes almamız bile binlerce tesadüfün birleşmesi neticesinde

Bir varmış bir yokmuş masalını andıran
Ansızın bastıran sağanak yağmur gibi, 
Güzel bir rüyadan istemeden uyanmak gibi,
Umudun yok olması gibi hüzünler taşır...

Uyanık.


Kötülük







Sınırı nedir diye sorsalar kimse cevap veremez
Zirvesi yoktur kötülüğün o yüzdendir hep insanların bu yoldaki yarışı...


Uyanık.

26 Temmuz 2017

Eski yazılar



Zamanın acımasızca katledildiği günümüzde eskiye dair yazdığım notları okurken şimdilerde nadir hissettiğim bazı duyguları dışarı nasıl yansıtabildiğimi görürüm. Ufak da olsa amatör halimle nasıl yaratıcı olabildiğimi, yazılarımda ki ılık heyecanı, içten gelen coşkuyu, bariz farkedebiliyorum. ( çok profesyonel oldum da sanki :)) ) Umutları anımsamak, o zamanlarda ki hayalleri aklıma getirmek, şefkatin saf olgusunu tekrar yaşamak bana ayrıca büyük haz veriyor. Kullandığım kelimelerimde bile ifadelerin çocukca farklılığını görebiliyorum. İşte benim içinde hayatı rutine getirmek dedikleri bu olsa gerek... 
İnsan; en çok onu etkiledikleriyle yaratıcı olur ve kendi gibi herkesin de bundan etkilenmesini bekler. Gerçekten etkilenen insan, içindekileri çevresine aktarabildiği ölçüde kelimelere döker, ressam ise bunu kalemine veya fırçasına yansıtır yada bazıları da değişik şekillerde farklı dallarda dağıtır bu etkilemeyi etrafına... Kendime göre değerlendiriyorum ki şimdilerde heyecanlı böyle ilginç yazılarım olmuyor yada bana öyle geliyor bilemiyorum :( Ama şu bir gerçek ki bir zamanlar yazdığım yazılar hayatımda ki detayları işaret etmiş ve bu da geleceğin şekillenmesine yardımcı olmuş ve nihayetinde hayatımda tecrübe edindiğim bu anların gelmesini sağlamıştır. Tabiki varsayımlarla hareket ediyoruz ama hepimiz için binlerce varsayım yokmu hiç ? Değişen herşeyle birlikte bakış açıları, duygular, düşünceler, imkanlar hayaller de değişiyor ve önlenemeyen bir çığ gibi değişmeye de devam edecektir. O zamanlarda ki duygu ve düşüncelerin bir miktarını; yazıları okurken tekrar kavradığımda sevinç ve hüznü aynı anda hissederim. Bazen içimi tarif edemediğim bir korku da sarar... Çünkü; eskiden yapmayı istediğim hayallerimin, dolu dolu umutlarımın gerçekleşmediğini görmekten korkarım... Yapmayı isteyip de unuttuklarımdan korkarım...

Herkesin mutlaka kendini ifade edebildiği farklı yolları vardır ve herkesin eskiye bakıp hayallerini, umutlarını kıyaslayabileceği bir merkezide bulunur. Kimileri hayatın gidişine bırakır kendini, kimileride dizginleri salmak bilmez. Herşeyi kontrol edebilmeye çalışır ki bu çekilmez bir durumdur. Belki bir miktar özentide olabilir birçok kişide o yüzden herşeyi kontrol etme hissi gelişir. Kendi gibi davranmış olmak çok önemli ve başkasının hayatını yaşamayı seçmek, hayatın detaylarını görmezden gelmesine sebep olur. Kendi gibi olmayan umutsuz vakaların özenti halleri bitmek bilmeyen beklentileri çevresini de rahatsız eder... Mesele nerede kiminle nasıl yaşadığın değil, nasıl yaşamayı tercih ettiğindir. İçinde ki sonsuz aşkla kendi yalnızlığında mutlu olabilmeyi bilmektir. Mesele aynı yalnızlığı yaşayan sonsuz aşkların birbirleri arasında köprü kurabilmesidir. Mesele anlamsız denen olguların her birinin derin anlamında yüzebilmektir...

Kendi kendimi yargılama durumunu içten içe her zaman yapsam da bunu pek yazıya dökme alışkanlığım yoktur.. Eskide yaşamadığım gibi eskiden büyük dersler de çıkartırım elbet herkes gibi. Bunu en iyi bilenler bir zamanlar günlük tutan kişilerdir. Ben bunu yapmadım yapamadım ama yapmış olmayı isterdim. Eskiye dair ufak tefek yazdığım yazılarımda konunun durumu ve o zamanlarda olmasını istediklerimin sevincini de hüznünü de daha fazla yaşamayı isterdim böylelikle...
Eski yazılar gibi eski resimlerde öyle gelir bana; bir bakış bir tebessüm çok şey anlatır o zamana ait. Hüzünlü ayrıntıları inceler insan geçen zamanın eşliğinde. Değerlendirme noktasında beni etkileyenin geçen zaman mı yoksa ruhuma dokunan duygularım mı ona bakarım. Aynadan seyreder gibi detaylara takılır kaybolurum...
Bir ressamın çizdiği resme ruhunu işlemezse  çok değerli olmuyor diye okumuştum bir yazıda. Zaten olması gerekende o bence. Nasıl bir şair içini aktarabiliyorsa şiirine, nasıl bir yazar duygularını aktarabiliyorsa romanına bir ressam da coşkusunu, sevincini aktarabilmeli tuvale... Varlığın anlamı da bu değil mi ? yoksa bir fotoğraf manzarayı zaten kopyalayabiliyor en nihayetinde... Maksat duyguyu aktarabilmekte...
Bulunduğun zamanla, resim de veya ayzıda gördüğün zaman arasında mutluluğu kıyaslama yapabiliyor olmak herkesin kendi iç dünyasının, iç huzurunun varlığını da temsil eder. Varlıklı olabilmek ruhun temel taşıdır. Tırnaklarıyla kazır kimisi olgunlaşmak için varlığını en güzel şekilde ruhuna katabilmek için. 

Ruhun dingin olması, vicdanın rahat olması adına hayat boyu hayallerin güzel, yazıların, çizimlerin, resimlerin umut dolu, gönüllerin varlığımızla bütünleşmiş halde kalmaları, aşkla yoğrulmaları eksik olmasın.

Uyanık.

25 Temmuz 2017

Karar



İnsan; önce kendi verdiği kararları kabullenmeli, onları içine sindirmeli. gerisi bir şekilde hallolur... nasılsa her gecenin bir sabahı olmadı mı ???

21 Temmuz 2017

Kahvenin kabullenişi.



Uzun yıllardır çevremde ki birçok kişinin de şahit olduğu üzere kahve benim için bir vazgeçilmezdir. Çok da öyle gurmelik tasladığım bir konu değil ve kalite konusunda çok da seçici olmasamda yine de sağlam içiciciyim açıkcası. Siz deyin bağımlılık ben diyeyim hayat felsefesi... Nerede bir fırsat bulsam hele ki manzarası kaçırılmaz bir yerde ise ne açlığıma bakarım nede susuzluğuma, hemen güzel bir yere ilişir ağır ağır kahvemi yudumlarım. Hoş aslında yanımda bana eşlik eden birisiyle sohbet ederek içilen kahve taraftarı olsam da yalnızlığımdan kesinlikle şikayet de etmem. Severim yalnızlığı... Severim kendimle konuşmayı, kendimle tartışmayı.
Gittigim yerlerde mekanın kendine özgü havasını bir müddet inceler, belkide kimsenin farketmediği o mekanın detaylarında, kimsenin farketmediği o mistik havanın içerisinde kahvemin damağımda ki tadını hissederim. Genellikle kahve tadını aldıkça; duyma ve görme yetim zayıflar, bir müddet sonra benliğimin beni alıp uzaklara götürmesine sessizce müsade ederim. Çevreden gelen seslerin; bilmediğim bir dilin yankısıyla boğuk bir uğultu oluşturmasına, görüntülerin ise anlamsız renk cümbüşünden bir farkı kalmadığına şahit olurum, hatta bazen nerdeyim ben tarzına dönüştüğünü bile anımsıyorum ve bu durum bana inanılmaz bir haz veriyor kesinlikle... Sanki gidecek bir yerim yok, devam eden bir hayatım yok da varolan mecburiyetlerin, beni özgür bırakmış hissinin o serinleten olgusunu hissederim yudumladığım her kahvede. Aklıma estikçe böyle dışarı çıkmak, kendimle olmak arzusuna kapılmışımdır.  O anda bulunduğun ortamın keyfi ile sessizce kahvenin buğusunu izlerken, her türlü çiçeğin kapladığı bir ovaya benzettiğim binlerce kelimenin içerisinde çocuklar gibi yuvarlandığımı düşünürüm. Kelimelerin kanatlanmış gökyüzüne uçtuğunu, uçmadan önce her harfin benliğime kazındığı kendimle iç içe kaldığım bu zamanlarda zamanın durmasını ne çok isterim...
İşte kendimle başbaşa kaldığım o naif zamanlarda hayatıma yön verecek bir konu yoksa eğer kendimi yargılarım doyasıya... Belki beni izleyen birisi yüz şekillerimden kendimle tartışmama şahit bile olabilir. Aslında barışık birisiyim kendimle, öyle aman aman kavgalarım olamıştır. Her zaman haklı olmayabiliyorum sonuçta hepimiz insanız ve mükemmel vasıflara sahip değiliz maalesef... Elimden geldiği neticesinde iyi olmaya çalışırım ve en büyük korkum da kalp kırmaktır... Yanlışlarım konusunda da kendimi hiç kandırmam, belki ufak tefek bahaneler üretsemde bazı zamanlar ah ettiğim hiç sevmediğim o "keşke" kelimesini kullandığım zamanlar olmuştur benimde... Sonuçta zaman geçmiş, olan olmuştur yapacak bişey yok, neyse o benim için... Gerçekleri kabullenmek belki acı da olsa hep mutlu etmiştir beni. Çünkü sonradan gerçeklerle yüzleştiğimde üzüntüye mahal vermezler. Gönül rahatlığı denilen olayın aklende kafa rahatlığının olmazsa olmazıdır kabullenmek...
Kabullenmek demek huzur demek...


Uyanık.

20 Temmuz 2017

Keşmekeş




Şehir panayırının en yoğun zamanını andıran bir yer kafamın içi adeta,
Her türlü çiçeğin rengiyle harmanlanmış kelimeler içerisinde yuvarlanıyorum,
Kokular beynimi döndürüyor, uğultulu keşmekeş zirvelere yuva yapmış,
Saf ve katıksız bilgiler, akılları bulandıran soru işaretlerini taşıyor...

Uyanık.

19 Temmuz 2017

Seçim




Kendi halinde mutlu olan insanı mutlu etmeye çalışma zira senden bunu isteseydi kendi kendine mutluluğu seçmezdi...
Yalnız kalmaya çalışan insanı dinlemeli belki gerçek ihtiyacı budur, belki ona hasrettir
Seninle olmak isteyen insanı dinlemeli belki yalnızlığı sevmedi o yüzden seni seçti...

Uyanık.

17 Temmuz 2017

Kapalı hava



Kapalı havanın bendeki etkisi her zaman farklı olmuştur. Kimisi çok sever ki ruhu herkesden farklı insanların bir tercihidir bu durum, kimisi de boğulur bu havanın insan üzerinde ki etkisinden. Herkese göre farklı anlamı vardır havanın bu bir gerçek nihayetinde... 
Hayal dünyası da herkesde farklıdır. Uçuk kaçık, hiç olmayacak hayaller kuranlar bence daha mutlu gözükürler, onlar bilirler ki gerçekleşmeyecek hayallerin beklentileride olmaz. Beklenti içerisinde olmak hele ki elinde hayalini gerçekleştirecek imkanın da yoksa insanı çaresizlik sarar... Anlık hayaller her zaman en iyisidir. Bir anda akla gelen ve o an olmak istediğin yeri içinde hissederek orada bulunmak gibisi yoktur. Kısa vadeli şok etkisi yapar bunalmış bünyelerde...
Güneşli bir günün sallantılı denizinde kürek çektiğimi hayal ediyorum. Neresi burası, nereye gidiyorum hiç önemli değil, o an, o sandalda sonsuzluğa kürek çekiyorum bir başıma... Güneş arkadaşım, kürekler yoldaşım, kayığım dalgalarla oynaşıyor. Meçhullerde kaybolmam an meselesi sonsuzluğun kıyısına ulaşmak için kürekleri ahenkli çekiyorum. Ufuk çizgisi uzun ama umudum benim can simidim.  
Korkum yok maviler arasındayım, maviler benim etrafımı çepe çevre sarmış... 
Gözlerimi tekrar kapıyorum güneşi göremeyecek kadar sık yapraklarla kaplanmış bir ormandayım. Yaşlı orman her halinden belli, bunca yıl büyümüş tropikal bölgelerdeki kuşların sesleri, öten cırcır böcekleri var. Gözlerim yorgun ama umudum yine yanımda. Etrafımda ki gölgeler içerisinde ışığın beni götürmesini istediğim yere bakıyorum. Sık çalılıklar büyük gövdeli ağaçlar engel de olsa korkum yok. 
Yeşiller arasındayım, yeşiller etrafımı çepe çevre sarmış...
Kaç hayal de kursam kapanan havanın etkisi geçmek bilmiyor bugün. istediğin zaman istediğin yerde olabilme yetisine sahipsen bulunduğun yerin buhranlı havasına teslim oluyoruz istemeden. Maviler içinde de olsan, yeşiller içinde de olsan korkularını yenebilmek için hissetmek gerek eminim...
Teslimiyet, birazda bunun olumlu yanlarını görmek rahatlatır bence.
 

Uyanık.

14 Temmuz 2017

Korkuyorum



Korkuyorum kelimelerin kifayetsizliğinden
Korkuyorum doyumsuz ruhlardan,
Korkuyorum şuursuz arzulardan,
Korkuyorum acımasız sessizlikten,
Korkuyorum kirlenen masumiyetten...

13 Temmuz 2017

Çiçek bahçeleri




Haziran ayı normal şartlarda yada okulda okuduğumuz kitaplarda anlatılana göre yazın başlangıcı diye bilinir ama bu bahar sanki biraz uzun sürdü gibi, oysa haziran bile bitmesine rağmen serin geçen günlerin soğuk akşamlarını yaşadık yakın zamanda... Yine de sıcaklar fena bastırdı serinliğin ardından. Şimdi takvimler temmuz ortasına yaklaştı ve çevremizi saran bunaltıcı havada nefes almaya çalışır hale geldik şimdiden... 

Kışı özledim sanki, nefes aldığımda ciğerlerime dolan soğuk kavayı, pencerenin ardından buğulanan camları, kapalı havayı arıyorum şimdilerde. Yerleri beyazlatmış karların üzerinde birkaç aracın yollarda bıraktığı izlere bakıp elimdeki sıcacık kahvemi yudumlamak, radyodan gelen müziğin tınısını dinlemek, kar kokusunu düşlemek güzel oluyor bu aralar. Camı açtığımda içeri hışımla dolan, tüyleri diken diken eden soğuğa aldırmayıp yere düşen kar tanelerini yakalamayı, onların elimde eriyişlerini seyretmeyi, ardı arkası kesilmeyen taneleri takip etmeyi özledim. 
Bunaldığımdan da değil aslında havaların çok sıcak yada soğuk olmasından şikayet eder birisi değilim... Çünkü her mevsimin ruhumu farklı renklere boyadığını biliyorum. 
Herkesde değişik tat bırakan, kendine göre farklı şekillerde mutlu olduğu mevsimlerde ben; kendi renkli evrenimde dolaşır, kâh coşkulu, kâh hüzünlü, kâh melankoli ve genellikle sonsuz Aşk ile yıldızları tek tek sayarım... Kimi pembe, kimi siyah, kimi en güzel mavi tonunda olur benim evrenimdeki yıldızlar. Umudu, huzuru, hayallerimi çizerim gökyüzüne bir ressam edasıyla... Belki biraz acemice belki özentisiz belki de mükemmel kimine göre ama bana özel benim için çok değerli sonuçta...
Ömür dediğin hayatın, zaman çizelgesinde yaşadığın yada yaşadığını sandığın anların toplamı ne kadardır ki ? Adım adım, sindirerek yaşamanın en iyisi olduğunu biraz yaş ilerleyince anlıyor insan ve biliyorum ki ben; yetişemedim hızlı giden zamana... Kimsenin ben istemedikçe ulaşamadığı, gönlümün gizli bahçelerinde yetişen, güzel kokuların sahibi rengarenk çiçeklerle yaşlandım. Her birinin melodisini dinledim yıllarca, tomurcuk hallerinden başlayarak. Sonra yavaş yavaş açmasını umutla sağladım. Aşkla huzurla sevgiyle dolandım serin derelerinde... 

Herkesin kendi gizli bahçesinde yetiştirdiği ve istediği kişilerin görmesini müsade ettiği o rengarenk çiçekler; her mevsimde taze, her mevsimde yeni tomurcuklarla büyümeye devam edecektir. 
Yeter ki o melodi kesilmesin, yeter ki o içteki ressam aşkla kalmaya devam etsin...

Sağlıcakla.

Uyanık.

11 Temmuz 2017

Hür ve özgür

 
 
Dünyaya gelen her canlının bir yaşam mücadelesi oluyor mutlaka. Yaşamlarını idame ettirmek her canlıya göre farklı oluyor yaşam döngüsünde... Bir çoğu yaşayabilmek için başka bir canı yok etmesi gerekiyor Buna da dünyanın kanunu diyoruz.
Kanun...
Bize göre kanun ya bunu hayatıyla ödeyen canlı ne der ? Canını kurtarmaya çalışan ve yaşamak için can almaya koşan kanunu...
İnsan için bu durum, bu kanun tek taraflıdır genelde. Nadiren çok çok nadir de olsa hayvanlara yem olanlar haricinde gelende can alan taraftadır insan. Yaşamak için çok fazla bir çabasına gerek yoktur. Akıl ve planlama gücü sayesinde kendinden üstün bir canlı olmadığı için yaşama şartları da keyfiyete dönüşmüştür. Ama insan işte canlıların yaşamak için can almalarından farklı kanunlar geliştirmiştir kendi kendilerine...
Yıllardır süre gelen yoketme dürtüsünün önüne geçememiş bir varlıktır insan ve ömrü hayatında yaşamak için milyonlarca güzel şartı kendinde bulsa da yine de aç gözlülüğü, doymak bilmeyen güç egosunun karşısında en vahşi yaratık olma özelliğini kazanmıştır. 
Dünya kanununda insanlar için hayat mücadelesi; toplumların, milletlerin, ırkların üstünlüklerini göstermelerine, saçma sapan hakimiyet kurma çabalarından dolayı birbirlerini yok etmelerine neden olmuştur. Sonuçta duyarlı bir canlıdır insan !!!
Neyin duyarlılığı ki bu, sonsuzluğu yaşayamayan bir canlının kısa hayatında neyin mücadelesi ? Düşünsenize yüzyıllar geçmiş, savaşlar savaşılmış...boşuna.  Kazanılanlar nerede, kim neye sahip olabilmiş, varılan neresi ? Dünya zamanının tamamında en teknolojik medeniyete ulaştığımız şu asırda, insan zihniyetinde değişen ne oldu? Halen hayvani içgüdüleri taşıyan, yaşamaktan çok yaşatmamayı dünya kanunu haline getirmeye çalışan zihniyet, dünya kuruldu kurulalı değişmedi. Nerde medeniyet, nerde gelişen insanoğlu ? Şu bir gerçek ki değişmeyen terani; paranın, malın mülkün gücü, zayıfın emeği, fakirin ekmeği...
Yani değişmedi bundan sonra da değişmeyecek, okuduğumuz tarih kitaplarında alınan topraklar, katledilenler, uğruna verilen canlar, anlatılanların, yazılanların tümü tekrar etmekte... Değişenler çok bişey yok aslında isimler, yerler, yurtlar, zamanlar araçlar, gereçler...

Herşey boş anladığınız üzere; tüm insanlık kendi kendine kuşatılmışken, ırklara, milletlere bölünmüşken, herkesin kendi değer yargısına göre sınıflandırılmışken, siyaset adı altında dinlerle desteklenip uyutulmuşken, insanlığın en büyük zaaflarından biri olan hırslarına teslim olmuşken, içimizde ki kaygılara, acımasız umut tacirlerinin yalanlarına, sahte göz yaşlarına, vicdanı beş para etmez sahtekarlara lanet okuyor insan...
Ne yaşıyoruz ne de yaşadığımızı sanıyoruz, ne özgürüz ne de hür bizimkisi bu dünyadan bir geçiş ve sadece karın tokluğu...
Dünya kanunu çerçevesinde çırpınmak boşuna... Bu dünya düzeninin...

Sahiplendiğin kadar büyük, ulaşabildiğin kadar varlıklı, verebildiğin kadar cömertsin. Kazandığınla satın alabildiğin kadar özgür olsan da, ahlaklı, dürüst, vicdanlı olabildiğin kadar hürsün...
 
Hürsün;
Çokda sevinme öyle diye
Çünkü herşeyde değil...
Dünyadasın ne bekliyordun ki ???
Sen; sana ait olanlarla, senin için özel olanlarla hürsün...
Sana sahip olanlarla seni, sen yapanlarla hürsün...
Doğruyu yanlışı ayırabildiğin aklınla,
İçindeki sonsuz vicdanınla,
Korkuları yenen cesaretinle,
Herşeye rağmen dik durabilen yüreğinle,
İyiliği aşılayabildiğin ışığınla hürsün...
Tertemiz duygunla, saf inancınla, ruhundaki aşkla hürsün...

Uyanık.

10 Temmuz 2017

Mutlu etmek



Mutlu etmek mutlu olmaktan daha büyük bir olaydır. Bu konuda hassas olan bünyeler mutlu etmenin huzurunu kavradıklarında hayattaki prensipleri değişir...

Uyanık.

06 Temmuz 2017

Hapishane



Her gün bir diğer günün kopyası gibi sanki. Sizin içinde genelde böyle değil mi ? Umutlar aynı, hayaller aynı, hayal kırıklıkları genelde aynı... Niye birkaç küçük detaydan fazlasının değişmesi mümkün olmuyor ki hayatımızda ? 
Düşünüyorum da hapishanede ki mahkumlardan ne farkımız var ? Onların yaşam alanları bizimkine göre daha küçük ve genelde bizde eve tıkılıp kalmıyor muyuz ? Hem onlar bedava yaşıyorlar elektrik, su, gaz dertleri yok , gelecek kaygıları yok, şanslılar da bu konuda aslında...:) Hepimiz nasılsa nefes alıyor, bir kap yemek yiyoruz her öğünde, bizim bazı öğünler belki seçme şansımız oluyor ama sonuçta karnımız doymuyor mu ? Hatta rejim yapıp o lüksümüzü de kendimiz öldürmüyor muyuz ? Her gün türlü türlü insana derdini anlatmak, çevrende ki sana ayak uyduramayan insanlarla uğraşmak farklı yapılara sahip insanların hallerini görmek ne kadar da bunaltıcı olabiliyor bazen. Yine de sabırla, kimseyi kırmadan, olabildiğince anlaşılır izahatlar yapmaya çalışıyor insan gücü yettiği neticesinde.. :) Bundan sakın ama sakın ben mükemmelim de herkes sorunlu diye bir algı çıkmasın, çünkü bana göre başkaları tuhaf gelirken bende elbet başkaları için tuhaf olabilirim. Bazı insanlar geçim ehli olur bunun en önemli özelliği de o kişinin derin anlayışa sahip olmasıdır. Saygılı olmak anlayışlı olmak karşındakini kendi yerine koyup hareket etmek büyük bir erdem teşkil eder bana göre. Çevremizde olsun yada olmasın duyduğumuz, gördüğümüz, stresle dolu insanların sayısının artması ve stres değerlerinin yüksek olmasının da kişilerin anlayışlarının azaldığını kesinlikle söyleyebilirim... Bakalım insanlığın bu hali nereye kadar gidecek, ne şekilde gelişecek... görmeye muktedir olduğumuz, ömrümüz kifayet ettiğince bekleyip göreceğiz...

Biz yine dönelim özgür yaşadığımızı sandığımız büyük hapishanemize... Kendi hayatlarımızı kendimiz çekilmez hale getiriyoruz bu bir gerçek. İnsan ömrünün tamamında bir koşuşturma hakim bunu elbet tamamı için değil de çoğunluğu ele alarak söylüyorum. Daha anne kucağından ayrılır ayrılmaz küçücük yaşta hemen ana okulu, ardından hayatının sonuna kadar devam edecek bir yarışa başlamış oluyoruz. Kendi yarışımızı kendi kurallarımızla şekillendiriyoruz. İlkokul, ortaokul, lise hep bir çekişme, hep bir çalışma soncunda sınavlarla dünyada ki yer ve konum belirleme işine girmiş oluyoruz. Her yıl okul yetmez dersane ve dünyada bir daha kullanmak ihtiyacı olmayak binlerce saçma bilgiyi depoluyoruz benliğimizde. Bu saçmalıklarla içimizde ki sevgiyi anlayışı köreltiyoruz istemeden. Her bireyin dünyada ki rakibimiz hissi gelişiyor içimizde. Huzur ve mutluluk anlık durumlardan ibaret oluyor ve hayatı doya doya yaşadığımızı sanarken aslında büyük bir hapishane de kimlerin koyduğu belli olmayan kuralları idame ettirip yaşamaya çalışıyoruz. Yaşamak için çalışmayı prensip edinmiş bireyler üretmeye de devam ediyoruz malesef. Hayatımızda evden işe ve arada yol kenarlarında uğranılan küçük anlarıda dahil edip çıkarttığımızda geriye ne kalır ki ??? Her geçen gün hareket alanının kısıtlanmasına sessiz kalıyor insanoğlu ve kalmaya da devam edecektir. Dünya; beş maymun hikayesinin yaşandığı kafessiz bir yer olmuştur artık...
Konuyu tam anlamıyla irdeyecek olsam günlerce yazacak malzeme olan bir konu aslında ama buna ne benim vaktim müsait ne de bu kadar kelime dağarcığına sahip birisiyim. :)

Esenlikler dilerim.

Uyanık.

05 Temmuz 2017

Sessiz sedasız...





Tanımayınca bazı şeyleri uzaktan zor gelir herkeze bazende ne var bunda kardeşim çok basit dersin. Tabi bu uzaktan baktığın şeye göre değişir ve bakana göre de tabiki...

Bayramda gittiğim memleketten yeni geldim herkesin dediği gibi bizim oralar köy tabiri ve orda herkese göre İstanbul zor şehir... Her gün her haber kanalını doyasıya dolduran haberlerin merkezi olan İstanbul, uzakta olan hiç gelmemiş, havasını hiç tatmamış insanlar için zor şehir statüsündedir. Aslında kimileri korkarak, kimileri sessiz sedasız, kimileri mutlu mesut yaşayan bir çok kişi bulunmakta... Beni soracak olursanız eğer birçok kişinin de o kadar yorulmasına rağmen, o kadar trafiğini keşmekeşini stresini çekmesine rağmen yine de seviyorum bu şehri... Nihayetinde nefes aldığımız hayatımızı idame ettirdiğimiz yer. Memleketi oluyor insanın zamanla yaşadığı şehir, bana göre öyle en azından sevdimi sahipleniyor da insan herşeyiyle... 
Sanki şehirde yaşıyor bizimle, o da nefes alıyor onun da kalbi atıyor bizimle beraber ve kalpler beraber olunca güzelleşiyor... Değer verince hayat daha başka bir yaşanası yer oluyor... öyle sözde değil ama hakkıyla değer vermek taşına, toprağına, yağmuruna, suyuna, soğuğuna, sıcağına her şeyine sahiplenmek gerek. Bir şehri sevmek bir kişiyi sevmek gibi bileceksin bir kalemi bir kitabı bir ruhu sevmek gibi.. Ayırmayacaksın değer verdiğin sevdiğin şeyi önemseyeceksin benim kitabımda...

Sözde başlar ve özde devam eder derler ya hani işte o özü iyi ayarlamak gerek o öze değecek o öze layık olacak derecede değer vermek gerek. Sonuçta bir eylemdir bu davranışıyla, hareketleriyle, sözleriyle, ilgisiyle her şeyiyle... Karakter meselesidir ayrıca herkese göre değer vermek. Yüreğinde hissetmek içten samimi riyakarsız sevmek gibi...
Kalıcı değiliz ki hiç birimiz yaşayıp gideceğiz nasılsa gördüğün, hissettiğin, sevebildiğin kadar sonuçta. Hatta sevdirebildiğin, hissettirebildiğin kadar yaşarsın... Ucundan tutmayacaksın yani kısaca grisi olmayacak yaptığın işin siyahı beyazı olacak net olacaksın kanatlarını açacaksın himayene alacaksın o güveni vereceksin hissettireceksin o huzuru en sağlamından ben bunu bilirim. 

Sevdin mi uyurken de yürürken de uçarken de sevmelisin ne laf edeceksin, nede laf ettireceksin, derdini derdin bilecek sıkıntısına sonuna kadar, tükenene kadar çare arayacaksın, neşesini paylaşacaksın doya doya, sahip olacaksın canın pahasına, verdiğin değerin hakkını da vereceksin sözde kalmayacak işte özde gerçekleştireceksin, biri elini mi uzattı sevdiğine kıracaksın o eli... öyle görmezden gelmek de neyin nesi kim kötü gözle baktı oyacaksın o gözü bilecek herkes... Vicdan meselesi aslında içinden gelmeli insanın... biraz da şefkat... Limitlerinde yapmalı en nihayetinde insan herşeyi sevdiğiyle, saatlerce sessiz sedasız yürümesinide bilmeli, sağanak yağmurda sırıl sıklam ıslanmasını da... Hakkını vermeli yoksa ne için yaşıyoruz ki hepimiz ? O kadar mal mülk yapsan da dünyaları yesende her bi yeri görsende kalıyor nasılsa... Yolun belli mi karakterin sağlam mı geriye unutulmaz anlar bıraktın mı tamamdır gerisi hikaye...

Kimileri  korkak, kimileri sessiz sedasız, kimileri mutlu mesut yaşar bu hayatı, ama önce içinde yaşar evinde, mahallesinde, şehrinde yaşar. Ya belli belirsiz yada doyasıya...

Sevgi ve saygılar.

Uyanık.